İnsanlar mademki ağızlarından çıkan söz vesilesiyle bu kadar töhmet ve sıkıntı altına girmektedir, o zaman söylenecek sözler "kırk ölçülüp, bir biçilmelidir". Yukarı paragrafta arz ettiğimiz üzere; bir mütefekkirimizin de buyurduğu gibi; "Söylenmediği müddetçe söze sen hakimsin. Bir kere söylendi mi, o sana hakim olur.” Nice ocaklar yıkan, nice canlar alan, nice türküler yakılan, telafisi mümkün olmayan nice sözler vardır. Dostlar şunu bilelim ki; "Dil yarası derin olur, çare bulunmaz" bu sözcüğü tefekkürlerinize sunuyorum. Dilin afetlerini anlamak adına, söylenecek sözlerin insan gönlünde yapacağı tahribatı şu söz ne güzel ifade eder, bir bakalım Necip Fazıl ne buyuruyor? "Bak; şu çeşmenin tası yok, kırma insan kalbini; yapacak ustası yok" Dil bir silah ise, kelimeleri de onun mermisidir dostlar.
Hz. Ali’nin güzel bir sözü var: “Mızrakların açtığı yara iyi olur da, dil yarası iyi olmaz”. Malumunuz olduğu üzere yol ve erkanımız incinmemek ve incitmemek üzerine inşa edilmiştir. Allah (cc)’ın lütfu ve keremi, kahrı ve gazabı insanlaradır. Yine bu oluşumlar insanlardan zuhur eder. O halde şu hususu tefekkür etmemizde fayda vardır. Her türlü zuhuratın Hakk’ın dilemesiyle olabileceğini bilirsek, kimden incineceğiz ve kimi inciteceğiz? İşte Resulullah Efendimizin “Nefsini bilen Rabbini bilir” diye buyurduğu Hadis-i Şerif’in manası budur.
Feraset sahibi bir insan şu özelliklere sahip olduğunda diline sahip olabilir. Denizde oluşan dalgalar denizin birliğine mani değilse, kesret alemi de, Allah (cc.)’ın birliğine mani değildir. Örnekleyecek olursak; sayıları ele alalım. 1, 2, 3, 4, … gibi. Baktığımızda bütün rakamlar, sayılar “BİR”in tekrarıdır. Bundan anladığımız şudur. Çokluğun ifadesi olan bütün sayıların vücudu, birin tekrarından ibarettir. Vahdet-i vücut ilminde, failide, mevcududa yalnız Cenab-ı Hak olarak biliriz. Hazret-i Ebubekir’in “Hiçbir şey görmedim ki onda Allah’ı görmeyeyim.” diye buyurduğu gibi. İşte bu mihvalde zerreden kürreye her varlıkta Cenab-ı Hakk’ı müşehade edeceğiz ki kesrette vahdeti görelim. İşte gören bu basiret sahibi kimseler, feraset sahibi kimselerdir.
Bütün kainatın , Allah (cc.)’ın bir yansıması ve mashariyeti olduğunu dikkate aldığımızda; O, her zerrede bir nurdur, her katrede bir zuhurdur. Enfüs ve afakımızda, hareket ve sükunetimizde var olan tek varlık Cenab-ı Hak’tır değerli dostlar. Bu bağlamda; her hareketin ve sözün manasını bilmemiz gerektiği gibi, bu bildiklerimizi Hakkel yakin yaşamamızda gerekmektedir. Sabahtan akşama kadar “la ilahe illallah” desek hakikatte hiçbir anlamı yoktur, yaşamadıktan sonra. Kafirde, mü’minde, ganide, fakirde, nar ve nurda aynı zuhuratı yani Cenab-ı Hakk’ı müşehade ettiğimizde, işte ancak o zaman, Rabbimin hoşnut olacağı lisanda la ilahe illallah demiş oluruz, Kelime-i Şehadete de şahitlik etmiş oluruz. Çünkü Allah’ı ancak kendimizde mevcut olan Allah’la bilebiliriz. Hazret-i Ebubekir (ra.) “Rabbimi Rabimle gördüm.” diye buyurmuştur. Ayrıca Muhiddin-i Arabi Hazretleri “Kul Rabb’dır, Rabb’da kuldur.” diye buyurmuştur. Bu hallerle hallenen bir derviş, elbette diline sahip olacaktır.
Sonuç olarak; Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Her kim ağzın iki kemiği arasındaki dilini şerden esirgemeyi, bana tazmin ve te’min ederse ben de, o kişiye Cennet’i te’min ederim.”
Rabbim bizleri diline sahip çıkanlardan, dilimizi yol ve erkana yakışır şekilde güzel kullanan kullarından eylesin inşallah.
Rabbim cümlemizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 10 Ekim 2019