Elhamdülillahi Rabbi’l alemîn vessalâtü vesselâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Cenâb-ı Resûlullah (s.a.v) efendimiz buyurdular:
“Ey Rabbim! Kalbime hidâyet eyle, dilimi doğru kıl, göğsümdeki hile ve kin hissini gider.”
Enes (Ra.) diyor ki:
Allah Rasûlü (sav)’in ashâbından bazı kimselerle birlikte otururken:
“-Şimdi buraya cennet ehlinden bir şahıs gelecek!” buyurdu. Tam o esnada pabuçlarını sol eline almış, sakalından abdest suları damlayan, Ensar’dan bir adam çıkageldi. Ertesi gün Peygamberimiz bu sözü tekrarladığı sırada yine aynı şahıs aynı şekilde çıkageldi. Üçüncü gün de benzer vaziyet tekerrür etti. Allah Rasûlü oradan kalkınca Abdullah bin Amr adamı takip etti ve ona:
“-Babamla münakaşa ettim ve üç gün eve gitmemeye yemin ettim. Bu müddet içinde beni misafir edebilir misin?” dedi. O zat da kabul etti.
Bunun üzerine Abdullah, onun evinde üç gece misafir oldu. Fakat adamın geceleyin ibadete kalktığını görmedi. Onun sadece yatağında sağa sola dönerken Allah Teâlâ’yı zikrettiğini, tekbir getirdiğini, vakit girince de sabah namazına kalktığını gördü. Abdullah bin Amr devamla diyor ki:
Ondan güzel ve hayırlı sözden başka bir şey işitmedim. Fakat bu üç gece geçince yaptığı amelleri biraz küçümser gibi oldum. O zâta:
“-Ey Allah’ın kulu! Doğrusunu söylemek gerekirse babamla benim aramda bir dargınlık ve kırgınlık mevcut değildi. Ancak Allah Rasûlü’nün (sav) üç gün üst üste; “Şimdi cennet ehlinden biri çıkıp gelecek!” buyurduğunu işittik. Her üçünde de sen çıkıp geldin. Bu yüzden senin yanında kalarak amellerini görüp, ben de senin gibi yapayım istedim. Ne var ki senin çok amel işlediğini görmedim. Acaba, seni Peygamberimiz’in buyurduğu mertebeye ulaştıran sebep nedir?” dedim.
O da:
“-Benim hâlim senin gördüğünden ibarettir” dedi. Sonra dönüp gitmek üzere iken beni geri çağırdı ve şöyle dedi:
“-Benim hâlim senin gördüğünden ibarettir. Ancak kalbimde hiçbir zaman herhangi bir müslümana karşı hile yoktur. Allah Teâlâ’nın kendisine iyilikler ihsân ettiği bir kimseye de haset etmem.” Bunun üzerine Abdullah bin Amr şöyle dedi:
“-İşte seni bu dereceye ulaştıran, bizim kolay kolay başaramadığımız husûsiyettir.”
Hz. Enes’ten nakledilen hadiseyi tâmik ettiğimizde bize yol gösterecek bazı hususlar mevcuttur.
Cenab-ı Peygamberimizin(s.a.v), cennet ehli olarak müjdelediği sahabe efendimiz; bu müjdeye, çok taat kılmak ile değil; kalbinde hiçbir müslümana karşı menfi bir hissiyat taşımaması ile nâil olmuştur. Bu hadise, ayet-i kerîmede belirtildiği üzere ve de yol ve erkânımızın en mühim mevzularından biri olan, “kalb-i selîm” sahibi olmanın misâlidir.
Sanma ey hâce senden zer u sîm isterler
Yevme la yenfe‘uda kalb-i selîm isterler
Bağdatlı Ruhî
İşte O günde; hiç kimseden fayda görülemeyecek olan o günde, lazım olan ancak selîm bir kalbdir. Kolay kolay muvaffak olunamayan hususiyet! Hile yok, hased yok! Dava gütmek yok!
Hem söyleyiniz davası olanın, ağyar ile uğraşanın menzîle vasıl olabilmesi mümkün müdür? Elbette değildir.
Kalb-i selîm sahibi olabilmek için kıssada geçen diğer hususiyetlere de nazarı dikkâtinizi celb etmek isterim: Farzlara riayet, cemaate devamlılık ve zikirdir. Kuru laf ile “selîm” sıfatı kesbedilemez.
Saraya pâdişâhın konması için hânenin mâmur olması icâb eder. Bu imar, evvelâ feraize ittiba ile olur ki bunun da bir görev îfâ edermişçesine değil; adanmış bir gönülle yapılması gerekir. Adanmışlık ise ancak ve ancak cemaate devamlılıkla, ihvan ile hemhâl olmak ile kazanılacaktır. Birbirimize nazar kılarak, sohbet ederek, musafaha ederek, tebessüm ederek, kalpten kalbe olacak olan in’ikâs ile yol alacağız. Ve tabiî rabıta-zikir… Görüldüğü üzere her bir mefhum bir diğerine gebe… Adeta zincirin halkaları gibi ne kadar da birbirine bağlı değil mi? Aşk ola…
“Vemâ tevfîki illâ billah aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünîb”
Vesselam…
Mehmet YÜZEN
İstanbul, 23 Ekim 2023