Telkin veya talkın: Genellikle imam efendinin cenazeyi gömüp kalabalığı dağıttıktan sonra kabrin başında durup mevtaya seslenmesi, onu uyandırmasına denir. Mevtaya imanın ve islamın şartlarını hatırlatıp telkin eder. Gelecek olan kabir meleklerine vereceği cevabı unutmaması için hatırlatır. Bu İslamın şeri hükümlerine dayandırılan bir inanıştır.
Bundan da anlaşılacağı gibi telkin, hatırlatma, yol gösterme manalarına gel se de Türk Dil Kurumuna göre telkin kelimesinin anlamı, bir duyguyu bir düşünceyi karşıdakine aşılama, öğretici olma, yol ve çıkış gösterme anlamlarına gelmektedir. Bu işlem bilinç ve algı devre dışında iken yapılmaktadır. Konunun özü bilinçaltı ile ilgilidir. Yani kısaca tohumlama ismi verilir diye de tabir edebiliriz.
Telkin: Kabre konan ölüye, sorgu meleklerine vereceği cevabı öğretmek ve ya hatırlatmak, yani bir çeşit kopya vermektir. Bu ilmi şeriatin telkin anlayışıdır.
İlmi hakikatte telkin: İnsan Allah’ın varından var olmuştur; aslından ayrı olmamakla birlikte bu âleme geldiği zaman aslı ve geldiği yeri unutturulmuş bir varlıktır. Kendini tanımayan, Rabbini bilmeyen, yaradılış gayesinden bihaberdir. Nefsi emmaresinin kontrolü altında bilinçsiz ve şuursuz bir yaşam sürer.
Akıl balîğ olduğunda ibadet yapsa dahi bu ibadet anlayışı ilmel yakinlikten öteye geçemez. Duyduklarını araştırmadan kendi hayalinde ve zannında canlandırıp hayali bir ibadet anlayışı ile bazen töreleri de din zannı ile yaşayıp çıkmaza da düşebilir; ta ki bizi gerçekten uyandıran birisini bulana kadar. Ona inanıp güvenirsek bizi irşad eder; işte o senin mürşidindir. Senin ölü olan maneviyatını telkini ile diriltir, sana hakikati anlatır. (Kaf-21) Kulluğun ne demek olduğunu, aslını, nereden gelip, nereye gittiğini hatırlatır. Seni ilmel yakinlikten kurtarıp, aynel yakinliğe uyanmanı sağlar. Nefsi emmarenin tuzaklarından arındırıp, nefsini tezkiye etmende seni bilinçlendirir. (Yusuf - 53)
Tasavvufta nefsi tezkiye keyfiyeti telkin ile başlar. İslamda telkin ikiye ayrılır. Birincisi yazımızın başında zikrettiğimiz şeriatte herkesin bildiği ve gördüğü gibi, mezara konan naaşın başında din görevlisinin ölüye hitaben yaptığı dini sözlerle olan uyarıdır. Ancak telkin almak, mezara girdikten sonra değil de, girmeden evvel lazım ve esastır. Bu da şeriattandır, zira Hz. Cibril-i Emin Medine-i Münevvere’de Resuli Ekrem’ (SAV) e telkin eyledi farz oldu. Resul-i Ekrem (SAV) de ashabına telkinde buyurdular, sünnet oldu. Ashabı da ümmete telkin eylediler icma-i ümmet oldu. İşte telkinin ikinci ve gerçek olanı budur.
Bir insan, anlatılan bu telkin sırasına dahil olmuş bir İnsan-ı Kâmili bulup telkin alırsa, onun şeriati bütün olur. Bahsettiğimiz bu telkin kişi ile İnsan-ı Kâmil arasında hususi olup, Muhammedi mayanın aşığın gönlüne aşılanması ve sonra karşılıklı ahidleşmesidir.(Fetih-10) Yapılan bu telkin ilmine Kuran-ı Kerim’de “İlm -i Ledün” denilmektedir. Bu telkin ile nefs tezkiyesi başlamış olur. Dolayısıyla tezkiye de şeriattandır. Bu hususta Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Azimüşşanda şöyle buyurmuşlardır: “Telkin alarak nefsini tezkiye eden, küfür ve masiyetten pak olan kimse felah buldu.” (Al’a -14) Kısaca nefsini tezkiye eden felah buldu, denmiştir. (Gönül Divanı. S.63 Abdülkadir Bilgili)
Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurdu “ Siz ölüler idiniz de O sizi diriltti. Sonra yeniden öldürecek yeniden dirileceksiniz. Sonra da O’nun huzurun da haşredileceksiniz.” (Bakara- 28) Bu ayet-i Kerime İnsan-ı Kâmili anlatır. Burada kimse yanlış ve sapkın düşüncelere kapılmasın, gerçek manada can alıp can veren Allah’tır. Ayette geçen O sizi diriltti derken, bizi cehaletten irfaniyete, karanlıktan aydınlığa, delaletten hidayete, ölü olan maneviyatımızı, Hayy olan Hak ile birlemeye ve diriltmeye teşbihtir. Nitekim Cenab-ı Resulullah’ (SAV) ın “Ölmezden evvel ölünüz” hadis-i şerifi bunu delilidir.
Yani, siz her ne kadar yaşayan bir varlık olsanız da sizin maneviyatınız ölüdür. O sizi zikri hakiki olan aşkı telkin ile Muhammed-i maya ile aşılayıp, sizi tekrar diriltir, denilmektedir.
Bu İnsan-ı Kâmil’ler, Allah’ın seçtiği özel insanlardır. Hepsi seçkin birer gönül insanıdır. Yine bu gönül insanlarının, halka kapalı fakat münevver benliklere açık, birer iç alemlerinin de olduğu herkesin malûmudur. Onların herkese açık olmayan bu iç bilgilerine Kur’anın ifadesiyle “ledün” denmektedir. Ledün gönülden gönüle aktarılan, harfsiz, sözsüz ve kitapsız bir bilgidir. Ledünni bilgi, ancak aşk ve arzuyla talip olanlara sunulan bir ab-ı hayat suyudur. Mana rehberleri, eşyanın sırlarına ait bu ilmi, kabiliyetli kişilere talim ederek tarih boyunca pek çok insan yetiştirmişlerdir. (Hz. Peygamber yolunda tasavvuf eğitimi. Dr. Mustafa tatçı- Dr. Musa yıldız.)
Cenab-ı Resulullah’ (SAV) ın Ashab-ı Suffa denilen özel eğitilmiş sahabi geleneğinden, günümüze kadar süregelen ve kıyamete kadar da sürecek olan bir ilim geleneğidir. Kur’an-ı Kerim indirildiği günden kıyamete kadar baki olduğundan, her asrın mürşidi, kendi zamanının hakikatine göre Kur’an’ın mana ve tefsiri ile kendi zamanı insanlarına ışık tutup rehber olurlar.
Bu bağlamda Rabbim bizleri kendi bedenimizdeki gaflet kabirlerimizden telkini ile Hakk’a ve hakikate uyandıracak Mürşit (ler) ihsan eylesin.
Rabbim cümlemizin yar ve yareni olsun. Selâm ve dua ile kalınız.
Enver EFE
İstanbul, 23 Mart 2024