Çerezler, içeriği ve reklamları kişiselleştirmek, sosyal medya özellikleri sağlamak ve trafiğimizi analiz etmek için kullanılmaktadır. “Kabul Et” seçeneği ile tüm çerezleri kabul edebilirsiniz veya “Çerez Ayarları” seçeneği ile ayarları düzenleyebilirsiniz.Çerez Politikası

11 Ekim 2024
8 Rebiü'l-Ahir 1446
halveti
MENÜ
SOHBETLER HAZRET-İ MUHAMMED'IN
(S.A.V) HAYATI
SEVGİLİ PEYGAMBERİM KUR'AN-I KERİM İLMİHAL İSLAM VE TOPLUM 40 HADİS HADİS-İ ŞERİFLER OSMANLICA SÖZLÜK RÜYA TABİRLERİ BEBEK İSİMLERİ ABDÜLKADİR BİLGİLİ
(SEBATİ) DİVANI
NİYAZİ MISRİ DİVANI HİKMETLİ SÖZLER KUR'AN-I KERİM ÖĞRENİYORUM KUR'AN-I KERİM (SESLİ ve YAZILI) SESLİ ARŞİV İLAHİLER KVKK ve GİZLİLİK POLİTİKASI
İSLAM ve TASAVVUF
TASAVVUFUN TARİFLERİ TASAVVUFUN DOĞUŞU TASAVVUFUN ANADOLU'YA GİRİŞİ HALVETİLİĞİN TARİHİ HALVETİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ HALVETİLİĞİN TÜRK TOPLUMUNDAKİ YERİ HALVETİYYE SİLSİLESİ PİRLERİMİZİN HAYATLARI MEHMET ALİ İŞTİP (VAHDETİ) ABDÜLKADİR BİLGİLİ (SEBATİ) İBRAHİM GÜLMEZ(KANÂATÎ)
EHLİ - BEYT
EHL-İ BEYT KİMDİR? EHL-İ BEYTİ SEVMEK
RESÛLULLAH'I SEVMEKTİR
EHL-İ BEYT EMANETİ RESÛLULLAH'TIR EHL-İ BEYTİN HALİ NUH'UN GEMİSİ GİBİDİR EHL-İ BEYT OLMAK HEM NESEBİ HEMDE MEZHEBİDİR
ONİKİ İMAMLAR
HZ. İMAM ALİ K.A.V RA HZ. İMAM HASAN-I (MÜCTEBA) HZ. İMAM HÜSEYİN-İ (KERBELA) HZ. İMAM ZEYNEL ABİDİN HZ. İMAM MUHAMMED BAKIR HZ. İMAM CAFER-İ SADIK HZ. İMAM MUSA-İ KAZIM HZ. İMAM ALİYYUL RIZA HZ. İMAM MUHAMMED CEVAD (TAKİ) HZ. İMAM ALİ HADİ (NAKİ) HZ. İMAM HASAN’UL ASKERİ HZ. İMAM MUHAMMED MEHDİ






İLİM ŞEHRİ KAPISI HZ. ALİ


İki cihan güneşi Sevgili Peygamberimiz (sav) Hz. Ali hakkında bir hadis-i şeriflerinde buyurmuşlardır ki: “Ene Medine’tin bab-ı’a Ali’a” yani Ben hikmet şehriyim, Ali de onun kapısıdır; veya Ben ilim şehriyim Ali de onun kapısıdır, ilim isteyen Ali kapısına gelsin buyurmuşlardır.

Hz. Ali’nin bu iltifata nail olmasında birçok hikmetler gizlidir ki bunlardan bazıları Hz. Ali’nin doğumu ile başlar. Cenab-ı Resulullah sav. Efendimiz otuzlu yaşlarında iken Kâbe-i Şerifi tavaf ediyorlardı. Aynı anda Kâbeyi tavaf eden birisi daha vardı; bu Ebu Talip’in hanımı Esed bint Fatıma idi. O sırada hamile olup tavaf esnasında doğum sancıları başlamıştı. Bunu gören Hz. Muhammed sav. yengesinin yanına giderek onu tavafının tamamlamasına yardım etmiş, eğer sancıları artarsa doğumu için Beytullah’ın içine girmesini söylemişlerdir. Fatıma bu söze uyarak sancıları artınca Beytullahın içine girdi ve orada doğumunu tek başına gerçekleştirdi. Ertesi gün Esed bint Fatıma kucağında bir erkek bebekle Beytullahtan çıkıp kendi evlerine gitmişlerdir. Hz. Ali’nin Kâbenin içinde doğmasında bir çok hikmetler vardır. Bu doğumdaki hikmetlerden biri de Hz. Ali’den önce Kâbe içinde doğmak hiç kimseye nasip olmamış, ve bundan sonra da kıyamete kadar da hiç kimseye nasip olmayacak bir olaydır.

Doğumun ikinci günü Hz. Muhammed amcası Ebu Talip’in hanesine giderek bebeği görmek istemişlerdi. Bebeğin yanına gidip beşikte yatan yavrunun örtüsünü kaldırmak istediğinde bebeğin annesi: Dikkat ediniz ya Muhammed bu çocukta aslan pençesi gibi el var yanına kimseyi yaklaştırmıyor, size de bir zararı dokunmasın, hatta karnı aç olmasına rağmen henüz sütümü bile emmedi demiştir. Bunun üzerine Hz. Muhammed merak etmeyiniz o Bizi sever, Biz dahi onu severiz demişler ve bebeğin üzerindeki örtüyü kaldırmışlardır. Hz. Muhammed’in yüzünü gören bebek Ona gülümsemiş ve Peygamberimiz bebeği kucağına alıp şehadet parmağını ağızlarında ıslatıp bebeğe emzik gibi emdirmişlerdir. Bebek parmağı emdikten sonra Peygamberimiz bebeği annesine verip: Ey yenge, şimdi bebeği emzirebilirsin artık demişlerdir. Bu olayda da ayrı bir hikmet gizlidir dostlar. Bebek anne sütünden evvel Âlemlerin Sultanının tatlı dilinden feyizlenip, o ilim ile kâinata faydalı olabilmesi içindir. Sonra bebeğe hep beraber yüce ve ulu manasına gelen ALİ ismini vermişlerdir. Yüce, yüksek, güzel ve ulu manalarına gelen bu isim dahi o güne kadar hiç kimseye verilmemiştir. Gerçekten de Hz. Ali. Peygamberimizden sonra Ehlibeytin ve âlem-i İslamın en ulu kişisidir.

Hz. Ali henüz beş veya altı yaşlarında iken Mekke’de kıtlık baş göstermiş, Peygamberimiz amcası Abbas’a gidip: “Ey amca, Amcam Ebu Talip’in nüfusu çok kalabalıktır, çocuklarından bazılarını biz yanımıza alalım da amcamızın yükü biraz hafiflesin demiştir.” Bunun üzerine durumu Ebu Talip’e bildirmişler ve onun da rızasını alarak Hz. Ali’yi Peygamberimiz, Cafer’i (Tayyar) ise Hz. Abbas kıtlık geçinceye kadar yanlarında barındırmışlardır. Değerli dostlar: Buradaki hikmetler den biri de Hz. Ali’nin daha çok küçük yaşlardan itibaren Peygamber hanesinde büyüyüp, Peygamber terbiyesi ve ahlâkı ile ahlâklanması içindir.

İki Cihan Güneşi Sevgili Peygamberimiz Peygamberlikle müjdelenmişti. hane-i saadetlerinde sevgili eşleri Hatice validemizle birlikte namaz kılıyorlardı. Henüz yedi veya sekiz yaşlarında olan Hz. Ali Onları namaz kılarken gördü; merak edip sordu: “Bu yaptığınız nedir?” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz bu yaptıklarının namaz olduğunu, Allah’a ibadet etmek için secdeye durduklarını, Allah'ın emri ile Kendisinin Peygamberlikle müjdelendiğini söylemişlerdir. Henüz çocuk yaşta olan Hz. Ali’yi de İslâma davet etmişlerdir; bunun üzerine Hz. Ali: “Gidip babama danışayım o ne derse onu yaparım” demiş ve oradan ayrılmıştır. Çok geçmeden geri dönüp: “Ben bu dünyaya gelirken Allah, babama danışmadığı gibi bende O’nun dinine girerken babama danışmayacağım” demiş ve orada İslâmiyeti kabul etmişlerdir. Hz. Ali’nin müslüman olmasındaki hikmetlerden birisi de Peygamberimizden sonra erkeklerden ve kan bağı olan sülalesinden ilk müslüman olandır.

Peygamberimiz peygamberliğini açıklamak için Hz. Ali’yi görevlendirip tüm Haşimoğullarını (akrabalarını) çağırmasını istemiş, herkesi evine davet etmişlerdir. Yemekler yenilmiş, sohbetler edilmiş ve sıra asıl meseleye gelip nübüvvetini açıklamış ve akrabalarına hitaben şöyle seslenmiştir. “Ey Haşimoğulları, ey akrabalarım, Allah cc. beni peygamberlikle görevlendirdi. İçinizden bu davada kim bana yardım edecek, kıyamete kadar da kim benim vasim ve yarenim olmak ister” diye hitap etmiştir. Neşeli geçen ziyafet sofrasında bir anda herkes buz gibi donup kalmışlar neden sonra üzerlerindeki şaşkınlıkları gidince Peygamberimiz hakkında hakarete varacak şekilde ileri geri konuşmuşlardır. Herkes böyle şaşkın vaziyette dururken kalabalıktan bir ses: “Ben senin yardımcın olurum ya Resulallah” diyerek ayağa kalkmıştır. Bu henüz çocuk yaşta olan Hz. Ali’den başkası değildir. Peygamberimiz bu teklifi üç defa daha yapmış ve her seferinde de O nun davasına sahip çıkan hep Hz. Ali olmuştur. Bunun üzerine Peygamberimiz Hz. Ali’ye dönerek: “Ey amcamın oğlu bundan böyle dünyada ve ahirette benim hem vasim, hem de yoldaşımsın” buyurmuşlardır. Buradaki hikmetlerden birisi de hem Nübüvvetin, hem de Velâyetin Peygamber hanesinden (Ehlibeytten) süre gelmesi içindir.

Peygamberlik açıktan tebliğ edilmeye başlandıktan sonra Mekke’nin azılı müşrikleri, başta ebu cehil, ebu leheb, ebu süfyan ve daha nice azılı gaddar müşrikler zayıf buldukları müslümanlara çeşitli işkenceler yapıyorlar, dayanılmaz zulüm ve ambargolar uyguluyorlardı. Artık müslümanlar için Mekke’de huzur kalmamıştı; hicret farz olmuştu. Allah cc. peygamberine hicret etmesi için izin vermişti. O sırada da müşrikler kendi aralarında anlaşıp toplanmışlar kararlaştırdıkları bir gecede her kabileden birkaç genci toplayıp Peygamber hanesine baskın yapacaklar ve Onu gece yatağında uyurken şehit edeceklerdi. Cebrail as. bunu Peygambere haber verince O da Hz. Ali'yi yanına çağırıp her şeyi anlattı ve “bu gece Benim yatağıma yatar mısın?” dedi. Hz. Ali hiç tereddüt etmeden bu teklifi seve seve kabul etti ve o gece Peygamberin yatağına yattı. Kendileri de evden çıkarlarken yerden bir avuç toprak alıp, Yasin suresinin dokuz ve onuncu ayetlerini okuyarak müşriklerin üzerilerine serpmiş ve aralarından geçmişlerdir. Müşrikler eve baskın yapıp Peygamberin yatağında Hz. Ali’yi görünce hiddetlerinden ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Aradan bir kaç hafta geçtikten sonra daha önce anlaştıkları gibi Hz. Ali Peygamberimizin kendisine bıraktıkları emanetleri sahiplerine verirken diğer taraftan da başta annesi Esed kızı Fatıma bint ve Peygamberimizin kızı hz. Fatımat-ü Zehra’yı ve Ehlibeytten birkaç kişiyi de yanına alarak O da hicret için yola çıkmıştır. Buradaki hikmetlerden birisi de Peygamberimiz den sonra Hz. Ali’nin Peygamberimizin vasisi Ehlibeytin hamisi ve emanetlerin sahibi ve koruyucusu olacağıdır.

Hicret tamamlanmış, Müslümanlar Medine'de rahat bir yaşam sürmeye başlamışlardı. Cenab-ı Resulullah Medine’de bütün müslümanları bir araya toplamış, gerek muhacir, gerek ensardan herkesi birbirine kardeş eylemiştir. Bu kardeşlik eşleşmelerinde Hz. Ali yalnız kalınca: “Benim kardeşim yok mu? Ya Resulallah!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm ederek, “seni kendime ayırdım ya Ali; sen Benim dünyada ve ahirette hem kardeşim, hem yarenim, hem sırdaşımsın” dedi. Buradaki hikmetlerden birisi de Hz. Ali'nin gerçek manada Peygamberin sırdaşı olduğudur.

Medine’de huzurlu yıllar, Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma yirmili yaşlarda gelinlik çağına gelmiş; talipleri çok. Zengin fakir farketmiyor herkes Peygambere damat olmak için Fatma annemize talip. Peygamberimiz istemeye gelenleri incitmiyor, bu evliliğin olabilmesi için Allah’tan izin bekliyorum diyordu. Nihayet beklenen izin çıktı. Peygamberimiz bütün talipleri çağırdı, herkes geldi içlerinde Ali yoktu. Peygamberimiz birisini göndererek Hz. Ali’yi de çağırttı; Ali gelince ona: “Ya Ali bak buradakilerin hepsi kızım Fatıma’ya talip, onunla evlenmek istiyorlar, yoksa sen kızıma talip değil misin?” “Hz. Ali boynunu bükerek benim düğün yapacak param yok ya Resulallah” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz “ya Ali sen talip ol elbette Allah bir kolaylığını verir” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali de Hz. Fatıma'ya talip oldu. Peygamberimiz taliplerin hepsine hitaben kuranı en kısa zamanda ilk önce kim hatmederse kızım Fatıma'yı ona vereceğim dedi. Bunun üzerine bütün talipler birer köşeye çekilip kuran okurlarken, beş dakika sonra Hz. Ali, ben hatmettim ya Resulallah dedi. Herkes şaşırdı itiraz edenler olduysa da Hz. Ali işin sırrını açıkladı. Ya Resulallah, Siz üç İhlas, bir Fatiha suresini okuyan tıpkı hatim etmiş gibidir buyurmuştunuz; ben de öyle yaptım deyince bütün talipler bu hadisi hatırladılar ve unuttuklarına da çok pişman oldular. Bunun üzeri ne Peygamberimiz kızı Fatıma’yı Hz.Ali’ye verdi, ikisinin nikahlarını kıydı ve onları evlendirdi. Buradaki hikmetlerden birisi de: Gelin Peygamber hanesinden çıkacağına göre, güveyi (damat) de Allah’ın evinden (Beytullah) çıkmalıydı.

Uhud savaşının en zor anları, İslâm ordusu bir anlık gaflet ile kazandık zannedilen savaşı bırakıp, ganimet toplama telaşına kapılınca, bunu gören okçular tepesindeki bazı sahabiler de görev yerlerini terk edip ganimetlerden pay kapma telaşına düşmüşlerdir. Bunu fırsat bilen müşrik ordusu kumandanı Halid bin Velid Okçular tepesinde çok az sayıda kalan okçuları şehit edip, İslâm ordusunu arkadan kuşatmıştır. Önde bozguna uğrayan düşman kaçarken bu olayı görüp cesaretlenmişler, ansızın geriye dönerek Müslümanlarla tekrar cenge başlamışlardır. İki ateş arasında kalan İslâm ordusu çok kayıplar vermiştir, Hz. Peygamberin etrafında birkaç kişi ancak kalmıştır. Birçoğu can derdine düşüp sağa sola kaçışmışlardır. Bu savaşta Peygamberimizin birkaç dişi de kırılmıştır. Peygamberimizin etrafında kalan, Onu can siperane koruyan birkaç kişiden biri Ebu Vakkas kendisi okçuluk tarihinde kendine has atışı olan kıymetli bir okçu, aynı zamanda yiğit bir savaşçı idi. Bu savaşta Peygamberimiz onun her attığı ok için: At ya Ebu Vakkas, anam babam sana feda olsun diyerek onu övmüşlerdir. Peygamberimizin yanında olan bir diğer kişi de sırdaşı, yoldaşı Hz. Ali’dir. O da kendine has kılıç kullanma tekniği olan yiğit bir savaşçıdır. Kendi kılıcı kırıldığı zaman Peygamberimiz Hz. Ali’ye bir kılıç vermiş ve bu kılıca sonradan “Zülfikâr” denilmiştir.“Lâ feta illa Ali, lâ seyfe illa Zülfikar” (Ali gibi er yoktur, Zülfikar gibi de kılıç yoktur) sözü bu savaştan sonra söylenmiştir. Bu savaştaki hikmetlerden biri de Hz. Ali’ nin şartlar ne olursa olsun, ilk tercihi Cenab-ı Resulullahı öncelemek, yoluna ve davasına can feda olmaktır.

Hak gelmiş batıl zail olmuş (İsra 81) Cenab-ı Resulullah sav. Efendimiz Mekke’yi feth etmişlerdir. Bu fetih esnasında kılıç çekilmemiş, kan dökülmemiş, hatta bu güne kadar Müslümanlara yaptıklarından korkan ebu süfyan ve karısı hind de korku içindedirler. Allah Resulü onlara da güvence verip, savaşmadıkları takdirde canlarının bağışlanacağını, hatta ebu süfyanın evine sığınanların da canlarının bağışlanacağını müjdelemişlerdir. Bu haberi duyan Mekke’li müşrikler rahat bir nefes alıp, birçoğu İslâmiyeti kabul edip Müslüman olmuşlardır. Bunlara İslâmın baş düşmanı olan ebu süfyan, karısı hind, oğlu muaviye ve hindin kölesi vahşi de dahildir. Hepsi İslâmı kabul etmiş, Peygamber sav. hiç birinin ne mallarına ne de canlarına dokunmamıştır. “Bugün sizin için kınama yok! Sizi Allah affetsin! Zira O merhamet edenlerin en yücesidir.” (Yusuf 92) Mekke’de emniyeti sağlayan İslâm ordusu doğru Kâbe-i Şerif’e giderek Beytullah’ı putlardan ve kirlilikler den temizlemeye başlamışlardır. Bütün putlar temizlenip, sıra en yüksekte bulunan puta gelince Ali: “Ya Resulallah benim omzuma basıp çıkın da bu putu kırınız demiştir.” Bunun üzerine Hz. Peygamber sav. “Ya Ali sen Beni taşıyamazsın, sen Benim üzerime çık da putu kır” demişlerdir. Bu emir üzerine Hz. Ali Peygamberimizin omuzlarına çıkıp büyük putu Onun omuz vermesiyle ve Onunla birlikte kırmışlardır. Değerli dostlar: Buradaki hikmetlerden biri de, Hz. İbrahim as. in Allah’ın emri ile yaptığı Beytullah’ı, aciz ve sapkın kullar kirli düşüncelerle ve tevhid inancına karşı olan şirklerle putlarla doldurmuşlardı. İllallah gerçeği ile dini ekmel eden son Peygamber Hz. Muhammed sav. Efendimizin hakkıydı Beytullah’taki son putu kırmak, ama hikmet-i ilâhi bu görevi sırdaşı, yareni, nübüvvetinin devamını Velâyet yolu ile devam ettirecek olan Hz. Ali’ye kırdırmışlardı.

Mekke’nin fethi tamamlanmış, Beytullah putlardan, şehir müşriklerden arınmıştır. Peygamber ordusu ile Medine’ye doğru yola koyulmuşlardı. Birkaç konaklama yerinden sonra Gadir Hum denilen bir beldeye geldiklerinde Peygamberimiz ordusu ile konakladı; burada Kendisine inen ayeti açıklamak için Hz. Ali’ yi yanına çağırıp, ikisi birlikte yüksekçe bir yere çıktılar. Orada bulunanlara hitaben: “Ey nas! Benden sonra size iki emanet birden bırakıyorum; biri kuran, biri de Ehlibeytimdir. Bu ikisine sıkı sıkı sarılırsanız yolunuzu şaşırmaz, delalete düşmezsiniz. Ey nas: Ali Bendendir, Ben de Ali’denim. Teni Tenimden, ruhu Ruhum dan, canı Canımdan; kanı Kanımdandır. Ben kimin Mevlası isem, Ali’de onun mevlasıdır. Onu üzen Beni üzmüştür, onu seven Beni sevmiştir, ona itaat eden Bana itaat etmiş gibidir” diye orada hazır bulunanlara vasiyet gibi bir hutbe irad etmişlerdir. Hutbesinin sonunda da “tebliğ ettim mi?” diyerek üç defa halka seslenmiştir. Halk evet deyince de “şahid ol ya Rab” diyerek hutbesini tamamlamıştır. Bu hutbeden sonra Hz. Ali’yi ilk tebrik eden Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer olmuşlardır. Değerli dostlar: Buradaki hikmetlerden biri de Hatem-ül Nebi olan Pey gamberimizin varisi Nur-u Velayet olarak Hz. Ali ve Resulullah’ın Kevseri olarak O’nun Ehlibeyt’inden devam edeceğidir.

Hz. Alinin Allah’ın Aslanı olarak bilinen lâkabından daha başka Lakabları da vardır. Bunlardan Bazıları: Kuran-ı natık, (canlı kuran) Eba Turab, (toprağın baba sı) Emir-ül Müminun (Müminlerin Emiri) dur. Sevgili Peygamberimiz bir rivayete göre Hz. Ali için şöyle buyurmuşlardır: Ali, Benden önce gelen bütün Peygamberlerin yanında “Ruhen” mevcut idi; Benim yanımda ise hem ruhen, hem bedenen mevcuttur. İlim, yeryüzüne on bölüm olarak indirilmiştir; bunlardan dokuzu Ali’ye biri de bütün insanlara verilmiştir. Ben sav. ilim şehriyim, Ali de o şehrin kapısıdır, ilim isteyen o kapıdan gelsin diye buyurmuşlardır.

Hz. Ömer: “Ali olmasa idi Ömer helâk olmuştu” diyerek onun hilafeti zamanında kendisinin en büyük yardımcısının Ali olduğunu söylemiştir. Hz. Ali’nin Hilafeti döneminde Irak ve Şam hatta Medine çok karışık bir durumda idi. Hz. Osman’ın akrabaları, onun katillerini bulması için halifeye baskı yapıyorlardı. Bunun üzerine bazı kişiler Hz. Ali’ye: Ya Ali. Senden önceki Halifeler zamanında ortalık çok rahattı, şimdi bu karışıklık nedendir diye sordular? O da cevaben: Onların zamanında Ali gibi bir müsteşar (istişare edilen, akıl danışılan, tecrübelerinden faydanılan) vardı; Benim zamanımda ise böyle bir kimse yok demişlerdir.

Değerli dostlar: İlim şehri kapısı, Hikmet pınarlarının menbağı, Meveddet bahçesinin gülü olan Hz. Ali’yi dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. En doğru sunu Allah ve Resulü bilir diyerek işi Ehline bırakalım. Unutmayınız ki O, yalnızca Ali değil; O “KerremAllah-u Veche” dir. Selam ve dua ile kalınız.



Enver EFE
İstanbul, 20 Nisan 2023




Derneğimiz
Mekke Canlı Yayın
Medine Canlı Yayın
Eserlerimiz
İlahiler
Sure ve Namaz
Namaz Kılmayı Öğreniyorum
Tecvid Dersleri
SON EKLENENLER
GÜNÜN AYETİ
De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok affedici, çok merhametlidir."
(Bkz. Ali İmran, 31)
ÖZLÜ SÖZLER
  • Ezeli ervahta nur-u Muhammedi ile beraber olmaya halvetilik denir.
  • Adem "ben hata yaptım beni bağışla " dedi, İblis ise" beni sen azdırdın" dedi ya sen!... sen ne diyorsun?
  • Edep, söz dinlemek ve gönle sahip olmaktır.
  • Güzelliğin zekatı iffet ve edeptir. (Hz. Ali)
  • Zeynel Abidin oğlu Muhammed Bakır'a "Ey oğul, fasıklarla cimrilerle yalancılarla sıla-i rahimi terk edenlerle arkadaşlık etme." diye buyurmuştur.
  • Kemalatın bir ölçüsü de halden şikayet etmemektir.
  • En güzel keramet gönlü masivadan arındırmaktır.
  • Alem-i Berzah insanın kendisidir.
  • Zahir ve batının karşılığı aşk-ı sübhandır.
  • Mutaşabih ayetler ledünidir.
NAMAZ VAKİTLERİ