Dil metaforu nedir, ne demektir? Müsaade ederseniz yazımıza Sultanımın himmetleriyle buradan başlayalım.
Tasavvuf Terimleri Sözlüğünden dil kavramını araştırdığımızda dil kelimesinin Farsça, gönül anlamına geldiğini görüyoruz. Bu terim tasavvufta nefs-i natıka, sırlar hazinesi, Allah'ın baktığı yer -"Allah şekillerinize değil kalblerinize ve amellerinize bakar" hadis-i şerifi'nde bildirildiği gibi- ilâhî kemalin (olgunluğun) ve cemalin(güzelliğin) en güzel tecelli ettiği yer diye de tarif edilmektedir.
Değerli dostlar; amansız bir hastalık olan “Afat-ı Lisan” diğer adıyla “Dilin Afatları” adlı yazımıza dilin tarifiyle başladıktan sonra, bir ayet-i kerime ile devam edelim inşallah. Allah (cc.) Bakara Suresi Ayet 263’te “Bir tatlı dil ve kusurları bağışlamak, arkasından eza ve gönül bulantısı gelecek bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak davranır.” diye buyurmaktadır.
Değerli gönül dostlarım, günümüzde insani münasebetlerde yaşanan pek çok sıkıntı, dilin yanlış kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Zira dil, hayrın anahtarı olabileceği gibi, doğru kullanılmadığında şerre de anahtar olabilir. Bunun için dilimizin kalplere batan bir diken olmamasına çok dikkat etmemiz icab eder. Nitekim ecdadımız; “Kılıç yarası onarılır da, dil yarası onarılmaz” demişlerdir.
Dolayısıyla konuşmadan önce düşünmek, sözün varacağı noktayı iyi hesaplamak gerekir. Zira konuşmak, eline bir taş alıp atmak gibidir. O taşın nereye düşeceğini tam olarak kestirilmesinin mümkün olmaz.
Söylenmiş bir söz, yaydan çıkmış bir ok gibidir; bir daha geri dönmesi mümkün değildir. Öyle değil mi dostlar? İnsan sözünü söylemeden önce sözünün hakimi iken, söyledikten sonra onun mahkumu olur. Hazret-i Ebu Bekir (ra.) ne de güzel ikaz ediyor bizi: “Ne söylediğini, kime söylediğini ve ne zaman söylediğini iyi düşün!”
Mü’min feraset sahibi olması hasebiyle, konuşma üslubunu muhatabına göre ayarlamalıdır. Bunun içindir ki Efendim Hazretleri daima bizlere ilgi ve haz duyacağımız konulardan bahseder ve idrak seviyemize göre konuşma üslubunu ayarlar. Peygamberimiz (sav.) Efendimiz sahabelerden birinin müşkülüne cevaben, bütün ibadetler güzeldir ama, ağzını göstererek “hayır konuşmayacaksa susmak” diye buyurmuştur. Şu ayet-i kerimede bunun delilidir: “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın” (Kâf, 18)
Eskiden mürşidler, dervişlerini afat-ı lisan hastalığından kurtarmak için ağzına bakla koyarlarmış ki her aklına geleni söylemesin, gevezelik etmesin, düşünsün-taşınsın ona göre konuşsun. Hazret-i Ebubekir Efendimiz ağzına bir taş koyar, konuşmak istediğinde söyleyeceği söz Allah (cc.) indinde makbul mu olur, yoksa matrud mu olur diye düşünür ve makbul olacağını düşünürse taşı çıkarır konuşurmuş.Ne güzel değil mi?
Eskiden dergahlarda, adam olmanın vazgeçilmez şartları olan şu dört maddenin yazılı olduğu levhaların var olduğu mutasavvuflarca ifade edilmektedir. Bunlar sırası ile: KILLET-İ KELAM, KILLET-İ TAAM, KILLET-İ MENAM, UZLET-İ ANİ'L ENAM’dir. Bu dört maddenin en başındaki "Kıllet-i Kelam", "Az Konuşmak" demektir. Diğer üçü de; "Az Yemek", "Az Uyumak" ve "İnsanlardan Uzlet" manalarına gelir.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 10 Ekim 2019