Kerim Kitabımız Kur’an’ı Kerimde yaklaşık 104 yerde geçen kalp metaforu ile alakalı olarak, Allah cc. Casiye Suresi Ayet 23’te “Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?” diye buyuruyor.
KALP metaforunun ne anlama geldiğini açıklayarak yazımıza başlayalım inşallah. Kalbin Arapça manası; bir şeyin altını üstüne getirmek, çevirmek, vs. gibi anlamları ihtiva eden bir kelimedir. Biyolojik ve anatomik olarak insan göğsünün sol tarafında bulunan çam kozalağına benzeyen bir et parçası olup, İnsan vücuduna yeterli kanı pompalayan bir organdır.
Tasavvufî manada değerlendirdiğimizde, kalp; insanın mahiyeti, madde ile mananın birleştiği yer, akıl, ruh, Allah cc’nun tecelli ettiği mahal, İlahi latife gibi çok yönlü manaları ifade eden bir organdır. Hakikat-i asliyesi ile müşerref olunduğunda, tasavvufi literatürde adı “GÖNÜL” dür. Diğer manada, Mütefekkirlerimiz ruhani gerçekler ile nefsani gerçekleri bir araya getiren yani cem eden bir hakikattir, diye buyururlar.
Aslında kalp, insanın hakikatidir. Hakikati asliyesine kavuşan bir kimsenin kalbi sonsuz Rahmana ulaştığı için artık O latife, gönül adını almıştır. Kalp kalbe karşıdır. Kalpten kalbe yol vardır. Bu iki veciz sözü tefekkürlerinize sunuyorum.
Hep duyarız kalbin mühürlenmesi sözcüğünü “gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler, kalpleri vardır hissetmezler” diye. Acaba neler oluyor da gören gözler görmez oluyor; işiten kulaklar işitmez oluyor. Asli vazifesi duymak, düşünmek, hissetmek olan kalp, kaskatı kesiliyor. Yukarıda ki ayette de arz ettiğimiz gibi, acaba bu kalbi mühürlenenler kimlerdir? ve bu mührü basan kimdir? Rabbimin himmetleriyle, yazımızın ana temasını teşkil edecek bu konu ile ilgili hususları sizlerle paylaşmak arzusundayım.
Peygamberimiz Sav. Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde konuya bir başka açıdan açıklık getirmektedir. “Mümin, bir günah işlediğinde onun kalbinde bir nokta oluşur. Kul tövbe eder, günahı terkeder ve pişmanlık duyarsa, kalbinden o lekeyi siler; aksine günaha devam eder ve arttırırsa leke de artar, sonunda bütün kalbini kaplar ve kilitler” diye buyuruyor.
Bir insanın haram lokma ile tanışması kişinin manevi tekamülünü durdurur, ne yaparsa yapsın, bir adım ilerleyemezler. Ayrıca; gaflet, delalet, hatta ihanet içindedirler. Bu tür insanlar, hiçbir zaman ruhunun yurdunu ziyaret edemezler. Kendi asliyetine kavuşamazlar ve kendi ruh dünyasından soyutlanmış olarak, nefsinin esareti altına girer. Bu gibi kimseler manevi güzellikleri istese de göremezler. Manevi hakikatleri istese de işitemez. Maneviyatın yüceliklerine de ulaşması mümkün değildir.
Gurur, kibir, kin, nefret, duyguları içinde yaşamayı arzu eden kimseler, yaşamları süresince, bu çirkin hallerinden ancak Nasuh tövbesi ile hakikate yönelebilirler.
Nefsaniyetinin ve Egoizminin esareti altına giren bir insanı kirleten, aşağılatan, küçük düşüren başka bir şey yoktur, olamaz. İnsan, sevdiği kadar yol alır. Sevmek ve sevilmek; hayatın en asli, en yüce, en güzel duygularıdır dostlar.
Sevmeyen ve sevilmeyen insanda, şahsiyet de tekamül etmez. İnsanlar hayatta sevgileri kadar var, sevgisizlikleri kadar da yoktur. “Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden” diyebilenler, kainatın en mutlu, en huzurlu, en güzel insanlarıdır. Çünkü bu güzel insanlar İncinmezler. İncinseler de incitmezler.
İnsanoğlu “ben” dediği sürece, “benim” dediği sürece, “bana ait” dediği sürece kendi istikbalini kendi karartır. Ancak “SENSİN” diyebilenler kendi nefsani duygularından, bencilliklerinden uzaklaşırlar. Kendini düşünen, nefsi için yaşayan kimseler Rabbinin arzu ettiği doğrultuda istikamet üzere olmayan kimseler ne aile içinde, ne işinde, ne de sosyal çevrelerinde hiçbir zaman sevgiye, saygıya layık olamazlar. Rabbine ulaşmak isteyen kimseler ancak; “Rabbinin arzu ettiği doğrultuda istikamet üzere olması ve yaşamını buna göre dizayn etmesi” ile mümkündür sevgili dostlar.
İnsan kalbini mühürlenmeye götüren sebeplerden biri de gıybettir. Gıybet ile insanlar neler kaybettiklerini bir bilseler. Gıybet edenler kadar gıybeti dinleyenlerin de kalbi mühürlenir diyor mütefekkirlerimiz. Gıybet edenler için, “….Kim ölü kardeşinin etini yemek ister” diye buyuruyor Allah cc. (Bakınız; Hucurât Suresi 12. Ayet.)
Peygamber Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde; “Allah’ım beni bir an, bir andan da kısa bir zaman, nefsime bırakma” diye buyuruyor.
Allah cc. Nurundan yarattığı kulunun kalbini mühürlemez dostlar. Ancak; o mühür nefsaniyetinin emrine tabi olanların, sevgiden, edepten, Allah ve Peygamber aşkından uzak olanların, Rabbine olması gereken teslimiyetinden, sevgisinden, sadakatinden uzakta yaşamayı kendisine sanat edinen kimselerin kalpleri mühürlenir.
Sonuç olarak; insanların nefsine tabi olarak, Rabbinden uzaklaşmasına, şeytana yaklaşmasına vesile olan Allah cc. değildir. O gibi kimselere aklını doğru yerde kullanmak üzere; akıl ve irade gibi imkanları veren Cenab-ı Allah’tır. Söz konusu imkanları Rahmandan yanı kullanan kişiler Rabbinin rızasına mazhar olurlar. Nefsinden yanı kullananlar ise Cenab-ı Hakk’ın gazabına mazhar olur, yolu şeytanının yoludur. Rabbinin rızasına mazhar olmayan/olamayan kimselerin son durağı Kur’an’ı ifade ile ESFELİ SAFİLİN’ dir. (Bakınız; Tin-5). İşte kendilerine hidayet kapısı kapananlar, bu noktaya varan kimseler, nefsaniyetinin emrinde olan kimselerdir. Fani aleme yolculuğa çıktığımızda heybemizde ya cennetin anahtarı ya da cehennemin ateşi vardır. Dünya hayatı; sermayesi ömür olan bir ticaret merkezidir diye buyuruyor büyüklerimiz.
Rabbim cümlemizi kalbinin mühürlenmesinden uzak eylesin.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 23 Kasım 2023