KUDRET; güç, takat, erk, kuvvet demektir. İnsan eli değmeden Allah (cc) tarafından meydana gelen şeylerin kaynağıdır.
Kudret, Allah’ın hükümranlık, iktidar olma, güç ve kuvvetini, ilim ve iradesini kullanabilme, uygulayabilme yeteneğidir. Bu iktidar sahibi olmakla mümkündür. Kuvvet başka, kudret başkadır. Bir insan fizik olarak kuvvetli olabilir ama bir başkasının emrinde çalışıyordur. Yani kuvveti var ama hükmetme kudreti yoktur. Bir insan zayıf olabilir ama etrafında bir sürü işçisi vardır, yani işçilerine karşı hüküm ve kudret sahibidir.
Allah (cc) tam iktidar sahibidir. Hiçbir şey O’nun gücü dışında değildir. İnsanda ve diğer yaratılmışlarda görülen kuvvet ve kudret, ilahi kudretin bir yansıması, bir tecellisidir. Bu tecelli nedeniyle gücümüzü kuvvetimizi kullanırız.
Yaratılan her şey mutlaka bir güç ve kuvvetle donatılmıştır ama bu kuvvetin ilahi kuvvet olmadan açığa çıkması, kullanılması imkânsızdır. Yani kuvvetlerin tümü Allah’a aittir. Bu nedenle kuvvet ve kudreti sahiplenmek asla mümkün olmaz. Hiçbir şey, O’nun gücü dışında değildir. “Şüphesiz ki Allah (cc) her şeye hakkıyla kadirdir.” (Nahl, 77) – “Kuvvet yalnız Allah’ındır.” (Kehf, 39)
Kudret kavramı Kur’an-ı Kerim’in yüz üç ayetinde Allah’a nispet edilmektedir. Bunların yetmişten fazlası isim, diğerleri fiil şeklindedir. Genellikle “Güç yettirmek, ölçülü ve planlı yaratıp düzenlemek” gibi manalarda kullanılmaktadır.
Kudret sıfatı, Allah’ın (c.c.) ilim ve irade sıfatlarının hilafsız olarak iktiza etmesinin tezahürüdür.
Değerli dostlar, Allah’ın kudret sıfatı insanda nasıl açığa çıkar? Kimisinde güç iktidar (devlet başkanı) ile, kimisinde emir komuta (asker) ile, kimisinde ilim (alim) ile, kimisinde servet (zenginlik) ile, kimisinde de bedensel kuvvet olarak açığa çıkar. Fakat bunların özündeki gerçek kudret sahibi olan Allah (cc)’ tır. Bizler ise bu kuvvet ve kudretin cüz’i olarak emanetçisiyiz.
Bir de Rabbine teslim olan insanın manevi (iman) bir gücü vardır ki bu iman gücü ile aşamayacağı zorluk, yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Buna örnek olarak nice komutanlar hayallerindeki imkânsız gibi görünen savaşları iman gücü ile kazanıp fetihler gerçekleştirmişler, nice mucitler hayallerindeki eserleri iman gücü ile açığa çıkarmışlardır.
Milli şairimiz M. Akif Ersoy, İstiklal Marşı’mızda bunu çok güzel anlatmıştır. Ku’ran’da Fetih suresinde Allah, (cc) Cenab-ı Resulullah’ın ve İslâm ordusunun iman gücü ile zaferini müjdelemiştir. Afakta bunlar olurken, enfüste (özde) insanın kendi nefsini fethetmesi vardır ki, Rabbine sıdk ile teslim olup iman ettiğinde, nefsi ile olan cihadı kazananlar, Hakk’ı kendilerinde güç ve iktidar sahibi yaparlar. Artık o vücutta, Zat’ı ile mevcut, sıfatları ile mevsuf, fiilleri ile fail olan Cenab-ı Hak’tır.
Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur.
KELÂM; lügatte söz, lafız, konuşma manalarındadır. Akait (itikat, inanç) ilminde Allah’ın subuti sıfatlarından biridir. Cenab-ı Hak’ta bulunması zaruri olan konuşma keyfiyetini, mahiyetini belirtir. Allah (c.c.) bu sıfatı ile peygamberler ve melekler vasıtası ile emir ve yasaklar koyar, haber verir.
Allah’ın, peygamberlerine dilediği şeyleri vahiy ve ilham etmiş olması da bu kelam sıfatının bir tecellisidir. Semavi kitaplar, hep bu kelam sıfatı ile medyana gelmiştir. “Kelam-ı Kadim” dediğimiz Kur’an-ı Kerim de bu sıfatlarla Peygamberimize inmiş ve asırlardan beri hidayet rehberliğini yapmış ve halen de yapmaktadır.
Allah’ın Peygamberleri ile konuşması; “Musa tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmaya gelip de; Rabbi onunla konuştu.” (Araf, 143) “Ve eğer ortak koşanlardan biri güvence dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah’ın sözünü işitsin.” (Tövbe,6) “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka ilah yoktur. O halde bana itaat et, beni zikret.” (Ta-Ha, 14) “Allah (c.c.) bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından ya da bir elçi gönderip, ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O, yücedir, hikmet sahibidir.” (Şura 51) ayetlerinde görülmektedir.
Allah’ın kulundan konuşması; kişi hangi dilden konuşursa konuşsun, ne konuşursa konuşsun, konuştuğu hep Allah (cc) kelamıdır. Çünkü konuşmamıza vesile olan dilimiz, biliyoruz ki bir et parçasıdır. Ama o dile konuşma yeteneğini veren Allah (cc)’ tır. Biz yeter ki bunun arifi olalım. Niyazi Mısrî bir şiirlerinde bunu şöyle izah ediyor.
Gönül bir bahre daldı dilim tutuldu kaldı
Girdim anın zikrine azalarım dil oldu
(Niyazi Mısrî)
Kelam denilen olgu, yani konuşma, ancak Allah’ın ilmi, iradesi, kuvvet ve kudretiyle gerçekleşir ve konuşma, görünüşte ses, harf ve cümlelerle yapılıyormuş hissini verse de, illa da harf ve cümlelerle olması gerekmez.
Hakk’ı zikir eden derviş dili Allah der söyler
Hakk’a âşık olan derviş kalbi Allah der söyler
Fail özde bilinince zikir kalbe inince
Tende ölüp dirilince gönlü Allah der söyler
Tuttuğu eli Hak bilir mürşidine verir gönül
O ahdinde sadık kalır kavli Allah der söyler
Ne incinir ne incitir ne de her sözden gücenir
Derviş gözü yaşlı olur hali Allah der söyler
Derviş odur ey Tûrabi derviş özde bulur Hakk’ı
Pür nur olur içi dışı özü Allah der söyler
(Ekber-ül Tûrabi)
TEKVİN; Sıfat-ı subutiye adlı bu yazı dizimizde Allah’ın, Hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret, kelam, ve tekvin sıfatlarını inceleyip, tefekkür etmeye çalıştık. Bu sıfatların birliğini Hak’ta tevhit ederken, bizimle olan yakınlığını da anlamaya çalıştık. Âleme taalluk eden bu sıfatlarla Cenab-ı Hak, enfüs ve afakı kaplamıştır.
Peki Hakk’ın olan bu sıfatlarla bizim alâkamız nedir? Hakk’ın olan bu sekiz sıfattan Hayat bizdeki dirilik, İlim bizdeki bilgi, Semi bizdeki duyma, Basar bizdeki görme, İrade bizdeki arzu ve istek, Kudret bizdeki kuvvet, Kelam bizdeki söz ve muhabbettir. Tekvin ise Hakk’ın kendisine ait olup bunları halk etme sıfatıdır.
Burada halk etmek demek, Hakk’ın yoktan var etmesi değil, var olanı bir halden bir hale dönüştürmesi, yani kişinin enfüsünde gizli olanı açığa çıkarması, mahlûkatın gelişip büyümesi, üreyip çoğalması gibidir. (Araf, 189) Demek oluyor ki bizdeki hayat, Hakk’ın Tekvin sıfatı ile diriliktir. Bizdeki ilim, Hakk’ın Tekvin sıfatı ile bilgi ve akıla dönüşür. Bizdeki görme ve işitme, Hakk’ın Tekvin sıfatı ile gerçekleşir. Diğer sıfatlarımız da bunun gibi Hakk’ın Tekvin sıfatı ile görevlerini yerine getirir.
Bu subut-i sıfatlar, Hakk’ın hüviyetidir. Bu demektir ki, Allah (cc) kendisini insanda, özellikle de Kâmil insanda aşikâr ediyor. Bunu da Allah (cc) Kuran-ı Kerim’inde açıkça ifade edip bizleri düşünmeye ve araştırmaya teşvik ediyor. (Kaf, 22)
Bir hadis-i kutside Allah (c.c.) “Kulumu sevince gören gözü, duyan kulağı, tutan eli olurum. Artık o benimle duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür.” diye buyurmuştur.
Yine bir kudsi hadislerinde Allah (cc) şöyle buyuruyor: “ Kim beni ararsa ben ona bulunurum, bulunduğum kimseyi kendime âşık ederim. Âşık ettiğim kimseyi kendime arif ederim. Arif ettiğim kimseyi katleder, öldürürüm. Diyeti de ben olurum. Artık benimle onun arasında bir fark kalmaz.” Sıfat-ı subutiyenin bütün sırrı bu Kutsi Hadiste gizlidir.
Böylesi Kutsi olan hadisler, vasıtasız (Cebrailsiz) hadislerdir ki buna son yoktur. Hak, bu sırra eren herkesten söyler.
Rabbim cümlemizi Hakk’ı Hak bilip Hakk’a ittiba, batılı batıl bilip batıldan ictinab eden kullarından eylesin inşallah.
Enver EFE
İstanbul, 01 Mart 2020