“AKLIN SIRLARI” başlıklı yazımıza, konu ile ilgili öne çıkan birkaç ayeti kerime ile başlayalım inşallah.
Allah cc. Bakara Suresi Ayet 171 de “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden akledemezler" Bir diğer ayet kerimede "O, aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir" (Bkz.Yunus 100).Takip eden diğer ayet “Ve derler ki: "Biz dinleseydik veya aklımızı kullansaydık, bu çılgın ateşin içinde bulunmazdık" (Bkz. Mülk 10). Allah cc; söz konusu bu ayetleriyle bütün insanlığı uyarmış ve akıllarını kullananların cehennem azabından kurtulacaklarını ifade buyurmuşlardır.
Akıl Lügat manası itibariyle; düşünme, kavrama, anlama yetisi olmakla beraber, AKIL; doğru kavrama (soyutlama) hükme varma kapasitesidir. Bir başka ifade ile Akıl; birbiriyle bağlantı kurarak kıyaslayan, inceleyen düşünce ve anlama, yani kelimelerin ve kavramların manalarını bilme yeteneği demektir.
İslami açıdan tarif etmemiz gerekirse; Akıl, kendi kendisini doğru yöne kanalize edebilen, nefsin Rahmani yönde düşünen tarafıdır. İnsan dediğimiz nefs sahibi varlık, sadece akıldan müteşekkil değildir. Elbette ve aynı zamanda, aklın nefsle ilişkisi bakımından birbirleriyle farklı yönleri vardır. Zira Akıl¸ varlığın hakikatini idrak edebilen¸ maddi olmayan¸ fakat maddeye tesir eden bir cevher olarak düşündüğümüzde; akıl elle tutulamayan doğası gereği özgür manevi bir varlıktır. Öncelikle akıl, Allah cc. nun insana lütfettiği en önemli özelliklerden bir tanesidir. Akıl, insanı diğer canlılardan ayıran bir özellik olup, aynı zamanda da varlığı anlama ve varlık üzerinde düşünme gücü veren özel bir yetidir.
Eğer Akıl, mutmain olmuş nefs ile uyum içerisinde olursa, kişiyi Rabbinin arzu ettiği istikamete yönlendirir, yani nefsi doğru bir şekilde sınırlayabilir ve insanın hakikatine istikamet bulması için gerekli fiilleri icra eder. Bu nedenle akıl, gelecekte olacakları da tahmin etme yetisine sahip olur. Kişinin aklını kullanabilmesi, ancak; Rabbinin huzurunda boyun büküp, belli bir olgunluğa ulaşması ile mümkün olabilir.
Malumunuz olduğu üzere; Nefs mertebeleri bizlere aklın tekamülünü anlatır. Nefs mertebelerinde farkındalık oluşması aklın tekamülüne işarettir. Akıl nefsimize hakim oldukça bakış açımız genişler ve alemde hakikati seyretmeye başlarız. Bu husus, aynı güneşin dünyaya doğması, yükselmesi ve tüm dünyayı ihata ettiği misalinden yola çıkarak; şöyle bir açıklama yaparsak konu daha da netleşir dostlar. Zihne dünya dersek, Akla da güneş ışınları diyebiliriz. Güneş ışığı güneş değildir ama güneşin varlığına delildir. (ZİHİN: insanda anlayış, kavrayış, algılama yetisi, bellek manasındadır.)
Mutasavvıflara göre akıl, Allah’tan ilk zuhur eden bir kerem ışığıdır. Öyleyse akıl; vücut kalesinin bir “SULTAN”ı olarak da zevk edebiliriz. Buna göre nefsin davranışları akıl vasıtası ile istikametini bulur. Hakikat boyutunda ne söylenecekse, ne yapılacaksa akılla söylenir ve yapılır.
("KEREM"; sözle davranışla; maddi yardım ve ikramla insanlara iyi muamelede bulunmayı ifade eden geniş kapsamlı bir kelime olup, bağış cömertlik, iyi davranış, ihsan, güler yüzlü olmak) anlamlarını ifade eder.
Tasavvufi literatürde dört tür akıl vardır dostlar. Akl-ı meaş; dünya işlerini düşünen akıl olup, İlahi Hakikatlerin İdrakine varamayan akıldır. Akl-ı mead ise ahireti düşünen ve ilm-i ledünne erip, zat-i ilahiyeye ulaşan akıl olarak tanımlanmıştır. Üçüncüsü, külli akıl sadece hakikati asliyesine kavuşma gayretinde olan kimselere yön veren aklıdır. Zira külli akıl, heva ve hevesten uzak, Rabbinin emirlerine harfiyen itaat eden akıl olup, ve aynı zamanda bu akıl ile Allah cc. bilmeyi, yani kendimizi tanımayı sağlayan bir akıldır. Bu nedenle de İlahi Hakikatlerin İdrakinde, Mutasavvıflar külli akla büyük değer vermişlerdir. Çünkü külli akıl, Peygamberlerin ve onların varisleri olan evliyanın akıllarıdır diye buyurur mutasavvıflarımız. Zahir alemin, külli aklın yansıması olduğunu, ve aynı zamanda “Hakikat-ı Muhammediye”dir diye buyuruyor Sultanlarımız. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, külli aklın faziletlerinden şöyle bahseder: İnsan ruhunun başlangıcı, irfan ehlinin kalb hayatı, Muhammedi nur ve ilahi aşk olarak tanımlamıştır külli aklı. Dördüncüsü Cüz’i akıldır. Cüz’i akıl; ilahi hakikatlere ulaşmada ve idrak etmede yetersiz kaldığı gibi, hatta bazen de engel olur. Rabbim muhafaza buyursun.
Akıl olmadan; insan olmak, düşünmek, doğruyu eğriyi seçmek söz konusu olamaz. O nedenle akıl, insanın her konuda kılavuzudur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in bu konudaki beyanları da bu yöndedir. Akıl, Kur’an-ı Kerim’e göre “insanı insan yapan, onun her türlü aksiyonlarına anlam kazandıran ve ilahi emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan değerdir, bir cevherdir”. “Aklı olmayanın dini de yoktur” diye buyuran Peygamberimiz Sav. Efendimiz aklı tarif ederken şöyle buyurmuştur: “Akıl kalpte Hakk’la batılı ayıran nurdur” diye buyurmuştur. Buna göre; insan iradesini doğru bir şekilde kullanabilmesi ve sorumluluklarını yerine getirebilmesi ancak aklı sayesinde mümkün olabilir.
Değerli dostlar; Aklı gönül merkezli olarak değerlendirdiğimizde; Gönül insanın özüdür, aslıdır, Allah cc. nun tecelligahıdır, hakikatin merkezidir. İşte böyle bir gönüle SULTAN olmaya layık olan tek varlık Cenab-ı Hakk’tır. O halde Rabbim; insan gönlünün Sultanı olduğuna göre; Allah cc. nun razı olacağı her şey, O’nun arzusu doğrultusunda yapıldığı/yapılacağı için, bunların bir tamamı gönlü huzura kavuşturacak eylemler silsilesi olduğunu unutmayalım. Daha önceki yazılarımızın birinde insan vücudu anasırının bir muharebe alanı olduğundan bahsetmiştik. Bu bağlamda; söz konusu eylemleri yapabilmek adına, insanın vücudu anasırında nefisle ruhaniyetin savaşı cereyan eder.
Değerli dostlar; gönül merkezli olan akıl, gönül merkezi ile uyumlu olmadığı takdirde, insanın bu fani alemdeki idraki nefsin emrine tabi olur. Çünkü ilahi aşkı olmayanın gönül muhabbeti zuhur etmez. Bir insanda İlahi AŞK varsa aklından ve tüm varlıklarından vaz geçer ve gönlünü Rabbine tahsis eder. İşte kişi o zaman aklın sınırlarını aşarak gönül kabesini tavaf eder.
Özetleyecek olursak; Aklın iki yönü vardır. Birincisi; zihinde varlıkları anlama ve kavramlaştırma gücü, diğeri ise hayrı şerden yani iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt etme gücüne sahip olan akıldır. İyilik, dürüstlük, cömertlik, alçak gönüllülük gibi hasletleri içinde barındıran, en önemlisi de Rabbimin mihman olduğu/olacağı GÖNÜL ihmal edilirse, bedene bu defa kibir, kıskançlık, cimrilik, bencillik gibi kötü huylar hakim olur. Buna göre akıl gönülden, gönül akıldan bağımsız olamaz. İkisi birlikte hareket ettiklerinde insan düşüncesinde ve fiillerinde bir tutarsızlık, çelişki olmaz. Bu nedenle aklın tecelligahı gönüldür. "Akıl attır, dizgini Arif’in elinde" atasözü bunu açıkça ifade eder.
"Aklın yolu birdir" atasözünden hareketle; bu şu demektir; eğer aşk akıldan bağımsız hareket ederse, istikametini kaybedebilir. Bu yüzden ikisi de birbirine muhtaç, birbirini dengeleyen kavramlar olduğu unutulmamalıdır.
"Akılla yol alınmaz", çünkü manevi yol, insanı yokluğa götüren, izafi ve geçici varlığı terkettiren, iradesini Allah'ın iradesine terk eden bir kimsenin aklı, yolun duraklarını bilmez. Akıl yalnız başına mana yoluna ulaşamaz. "Akıl, erlerin ayak bağıdır" derler büyüklerimiz.
Sonuç olarak; Akıl insanı terk ederse deli olur, İnsan aklını terk ettiğinde ise veli olur. Bu veciz söz kulağımıza küpe olsun.
Rabbim, Aklımızı gönlümüzden mahrum etme. Bizleri akıl ve gönül ahengi içerisinde Marifetullah’a erenlerden eyle. Yüce dergahında ebedi himmete mazhar olan kullarından eyle.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Kalın sağlıcakla.
Mustafa AYALTI
Altınoluk, 10 Haziran 2022