SEMİ-BASAR; Semi Allah’ın duyma, Basar ise Allah’ın görme sıfatıdır. Bu âlemde Allah’ın göremeyeceği, duyamayacağı hiçbir şey yoktur. Allah (cc), işiticidir. Vasıtasız ve mekânsız işitir. O’nun işitmesi kullarının işitmesine benzemez. Ezeli ve ebedidir. Basar (görme) Allah (cc) görür. Aletsiz ve şartsız görür; görmesine hiçbir şey engel değildir. Ezeli ve ebedidir.
Allah (cc) Hayy esması ile her şeyi yaratan, İlim esması ile her şeyi bilen Rabbimiz Semi ve Basar sıfatları ile de yarattıklarından ve bildiklerinden de gafil değildir. Görme ve duyma sıfatları Allah’ın yarattıklarının görmesi ve işitmesi gibi sınırlı değildir. O her şeyi hakkıyla vasıtasız, aracısız gören ve işitendir. Kullarının dualarını, zikirlerini, gizli ve aşikâr dilek ve yalvarmalarını işitir.
İnsandaki görme ve işitme ise Allah’ın kullarına bir lutfudur, ihsanıdır. Bir sesin veya görüntünün meydana gelebilmesi insan beyninde birçok işlemden geçtikten sonra gerçekleşir. Fakat bunca işlem bir anda olduğu için biz fark edemeyiz. Bu işlemlere müdahele de edemeyiz. O halde bizden gören ve işiten kimdir?
Tabi ki bizden gören ve işiten Allah (cc)’tır. Kul bunun farkına vardığı zaman görme ve işitme anlayışı bir anda değişir. Etrafına bakıp Hakk’ın fi’illerini, sıfatlarını seyrederken seyri seyrullah olur. Seyri Seyrullah olanın Hak’tan görme ve işitmesi başlar. Bir Allah dostu der ki: “ Farkındalık kapısı bir kere aralandı mı bir daha kapatamazsınız.” Allah’a seyirde makam ve mertebelerin sonu vardır ama Allah’tan seyrin sonu yoktur.
Hak bu âlemde cemalini aşikâre etmiştir. Arifi billah olanlar, O’nu her yüzden seyrederler. Tüm kâinat, arzlar, semalar, cemat, nebat, hayvan ve insanlar Hakk’ın mazharlarıdır. “Doğu da batı da Allah’ındır. Yüzünüzü ne tarafa çevirirseniz Hakk’ın yüzü (Zat’ı) oradadır.” (Bakara, 115) Bu sırra vakıf olan arif-i billah, O’nu her yüzden görür. Arif için ayrılık yoktur. Nefsine (özüne) arif olanlar, Hakkâl yakin Rablerine arif olmuşlardır. Nereye nazar etse Hak cemalidir, ne sesi duysa Hak sesidir.
Kuran-ı Kerimde “Perdenin kalkması” olarak bahsedilen olay, görme sıfatının, madde gözünün esaretinden kurtulup, ilahi Basar ile bütünleşmesidir. İşte o zaman bizlerden kimin görüp işittiğini tam olarak anlayabiliriz. Çünkü bu durumda görüşümüz alabildiğine sınırsız, geniş ve keskindir. (Kaf, 12)
Bütün bunlar Allah’ın ilahi, değişmeyen kanunlarıdır. Bu nedenle, insan her ne kadar duydum, gördüm derse de, gerçekte işiten ve gören Hak’tan başkası değildir.
İRADE; dilemek, ihtiyar etmek sıfatıdır. Yüce Allah (cc) irade sıfatı ile vasıflanmıştır. O’nun iradesi ezelidir. Allah (cc) yarattığı şeyleri bu sıfat ile hikmetine göre meydana getirmeyi diler ve dilediği şey mutlaka olur. O dilemedikçe hiçbir şey vücuda gelmez. Hiçbir şey kendiliğinden var olmaz ve kendiliğinden yok olmaz. Ancak Allah’ın dilemesiyle olur ve O’nun dilemesiyle yok olur.
O’nun emirlerinde, hükümlerinde, fiillerinde hür olduğunu bildiren sıfatıdır. Allah (cc) fail-i muhtardır. Dilediğini işler ve halk eder. Sevgi ve muhabbet, gazap ve rahmet, maişet ve rızık Allah’ın irade sıfatının tecellileridir. Dilediğini, dilediğine, dilediği zaman, dilediği kadar verme hükmüne sahiptir.
Küllü irade denilen bu ilahi irade, yarattıklarında özellikle insanoğlunda cüz’i irade olarak tecelli eder. Bunu da cüz’i irademizin oluşması için gerekli sistemleri vücudumuza yerleştirmesiyle yine Allah (cc) sağlar. Buna rağmen insan, cüz’i iradesini ancak külli iradenin denetim ve kontrolünde kullanabilir. “Âlemlerin Rabbi dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (Tekvir, 29)
Eğer bir kimse, “benim iradem var” diyorsa, gerçekte bu iddiası zan ve ehvamdan başka bir şey değildir. Ve bu iddiası ile Hakk’ın kendisini her şeyi ile kapladığının farkında ve şuurunda değildir. “Rabbim dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakları yoktur.” (Kasas, 68)
Değerli dostlar, salik cuz’i olan iradesini, küllü olan iradeye teslim etmelidir. Bu irade kişiyi nefsi egolarından, dünyanın saltanat düşkünlüğünden, ben ve benim dediklerinden arındırır. Kişi benliğini (variyetini) terk eder, benliğin, variyetin Hakk’ın variyeti olduğuna bir mürşit’in himmeti (yardımı) ile arif olursa, variyetten kurtulur ve ondaki yokluğu Hak kendi variyeti ile doldurur. O zaman kişinin iradesi Hakk’ın iradesi, Hakk’ın iradesi kişinin iradesi olur.
Yağma edersin varlığın gider gönülden darlığın
Mahveyle sen ağyarlığın yar oliser mihman sana
…
Yüzün Niyazi eyle hak dert ile bağrın eyle çak
Kalbin sarayın eyle pak şayet gele Sultan sana
Niyazi Mısri
Bu hâl kişiyi aşka götürür. Sevgi başka, aşk ise bambaşkadır. Aşk özgürlük, sevgi ise sahiplenmektir. Sevgi tez geçer, aşk bakidir. Aşığın gecesi gündüzü aşktır. Aşk manada maşuku iledir. Her an maşukunu görmek ister. Çünkü can daima aşkına meyillidir.
Âşık, aşkını gizler. Aşk onu ne hale düşürürse, âşık dahi o halde olur. Çünkü iradesi kül’e bağlıdır. Aşkta kayıt yoktur. Aşk sahiplenme değildir. Aşkta kaybetme hissi de yoktur.
Ben bilemedim ki ben kimim hayretteyim hayrette
Ben bana hiç ben diyemem hayretteyim hayrette
Gözümdeki kimdir gören gönlümdeki kimdir duyan
Kimdir nefes alıp veren hayretteyim hayrette
Dilimde kimdir söyleyen kulağımda kim dinleyen
Kimdir bu idrak eyleyen hayretteyim hayrette
Elimdeki kimdir tutan tuttuğumu geri atan
Kimdir alan kimdir satan hayretteyim hayrette
Bu adımı kimdir atan dilimdeki lezzet neden
Bu çiğneyip kimdir yutan hayretteyim hayrette
Tenimdeki canım neden damarımda kanım neden
Bu dinim imanım neden hayretteyim hayrette
Seyyit Nizam oğlu heman her şey Hakk’ın durma güman
Ya pes nedir yahşi yaman hayretteyim hayrette
Seyyit Nizam oğlu
Enver EFE
İstanbul, 01 Mart 2020