Malumunuz olduğu üzere; Şeriat-ı ahkamda, İslam’ın şartı beştir diye bilinmektedir. Ama Sultanlarımız, Tasavvuf düşünürlerimiz ve Mütefekkirlerimiz, altıncısının “HADDİNİ BİLMEKTİR” diye buyurmuşlardır. Şeriat-ı manada düşündüğümüzde, altıncısı diye İslamın bir şartı yok, fakat hakikat manada tefekkür ettiğimizde, ilave etmemizin bir sebebi olsa gerek. Sultanlarımız boşu boşuna kelam buyurmazlar. “HADDİNİ BİLMENİN” İslam’ın şartlarından bir tanesi olmasının çok önemli olduğunu ifade etmek isterim. Efendim Hazretlerinin himmet ve müsaadeleriyle bu konuyla ilgili yani “HADDİNİ BİLMEK” konusu ile ilgili bilgi ve görüşlerimi siz değerli dost kardeşlerimle paylaşmak istiyorum.
Tasavvufi Terimler Sözlüğünde “HAD” in tarifi bizlere şöyle nakledilmiştir. Arapça bir terim olan HAD; sınır, derece, rütbe, işlenen suç karşılığı verilen ceza gibi manaları, ifade eder.
İslam'ın şartı beş, altıncısı haddini bilmektir. Haddini bilmek sadece bizlere yani hakikat ehline mahsustur. Haddini bildirmek kavramı biz hakikat ehillerine mahsus değildir.
Hakikat ehli dostlar daima şükretmeli, daima; “Sen lütfettin ya Rabbi, bütün nimetler Sen’den ya Rabbi” demeli. “Kadir olan Sen’sin, ben ise Sen’in aciz bir kulunum.” diye iltica etmeli. Hakikatlerine vakıf ve vasıl olamayan kişiler, acziyetini bilmezler, her olan menfi hallerinden kendilerine pay çıkarırlarsa, sonları hüsran olur ve dolayısıyle hadlerini aşmış olurlar. Bu kişiler sürekli "Ben yaptım, sadece ben, ben başardım, ben elde ettim, ben ben ben..." diyerek geçen bir ömür, şükürden yoksun Rabbinin lütuflarından bihaber geçen bir ömürdür, ömürleri.
Hakikati asliyesine ulaşmak isteyen bir insan, zarardan ziyade kazanç elde etmek istiyorsa; nimetlerin şükrünü eda, bollukta infak, yoklukta dua etmelidir. Rızkı verenin Cenabı Hakk olduğunu bilen bir kul, elde ettiği başarıda, Mutlak kudret sahibi olan Rabbine karşı konumunu ve haddini bilir ve Rabbine daima şükreder. Haddini bilmek müminliğin şartlarındandır.
Kur’an-ı Kerim’de mü’minin tarifi vardır malum, Hac 77 “Onlar (müminler) kıyam ederler, rüku ederler, sözlerinde dururlar, iffetlerini muhafaza ederler”. Cümlenin son kısmına dikkat buyurulduğunda “Onlar Allah’ın hudutlarını muhafaza ederler” yani Allah’ın koyduğu hadleri aşmazlar, denmek istenmiştir. Sultanlarımızı doğru tanımak/tanımlamak kadar, haddimizi bilerek O’nu kendimize örnek almak da çok önemlidir. Bu hususun, ehli ihvanlar arasında da çok önemli bir yeri olduğunu vurgulamak isterim. Haddimizi bilme ile ilgili bilincimiz için tek yolun hakikat yolu olduğu gerçeğini göz ardı etmeyelim inşallah. Çünkü insanın irade ve ihtiyari halleri bunu gerektirir. Bu nedenledir ki, “innemel mü’minüne ihvetün” diye buyurmuştur Allah cc. (Bakınız, Hucurat Suresi–10)
Aslında, Değerli dostlar; hakikatini bilen Rabbini bildiği gibi haddini de bilir. Esasında bu cümle kulluğun bir ifadesidir. Bütün mesele bu değil mi kıymetli dostlar, haddini bilmek yani öncelikle kainattaki konumunu bilip ardından Rabbimizle aramızdaki bağı ortaya çıkarıp devamında ilahi nizama boyun eğerek; ihlasla, sadakatla, samimiyetle ve adanmışlıkla Rabbimize ram olmak önceliğimiz olmalıdır değerli dostlar. “HADDİMİZİ BİLME” konusunda İmanımızın temelinde nefsimizin ilkeleri değil, Rabbimizin ilkeleri olmalıdır.
Bir insanın haddini bilme konusunda; “…muhakkak kötülüğü emreder’’ (Yusuf-53) diye buyurulan ve hiç bir dini kural ve sınır tanımayan nefs, ilahlık davasına dahi kalkışabiliyor, öyle bir olgu ki bu nefs illeti bin bir türlü manevi hastalığı bünyesinde barındırabiliyor. İşte nefs dediğimiz bu cevheri bilen, Rabbini biliyor. Bu düşmanı tanıyan Rabbini tanıyor ve sonunda FECR-27 ayetinin muhatabı oluyor.
Yunus EMRE hazretlerinin şu dizeleri haddini bilme konusunu nede güzel ifade ediyor bizlere. ‘’ilim, ilim bilmektir; ilim, kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır” diye buyuruyor.
Kendini tanımadan, haddini bilmeden, kainattaki konumuna bakmadan, sınırlarını bilmeden ne kadar okursan oku nafile…
Kişi ömrü boyunca nefsinden, nefsani hastalıklarından bir gram haberi olmadan bir ömür yaşıyor ve sahne-i dünyasından göçüyor dar-ül bekaya…Heyhat, bu ne büyük bir gaflet.
Ne güzeldir haddini bilmek, sözünü ölçülü söylemek, murakabesiz, kontrolsüz söz söylememek. O halde Aziz dostlarım, bilmediğimiz bir şey üzerinde hüküm vermeye kalkmayalım, susalım ve dinleyelim. En büyük nimet, akıldır dostlar. Ama o akıl ki yan etkilerinden kurtulmuş. Akl-ı maaş, akl-ı maaddan akl-ı külliye ulaşmış. Düşünen, tefekkür eden bir akıl. Bu akıl, sahibini yücelttikçe yüceltir.
Haddini bilme ne güzel bir şeydir. “Benim var, ben bilirim. Ben ben” deme. İlim-Bilim Allah’ındır. Haddini bilen; düşünen, tefekkür eden, insandır. Sorar kendisine; Ben kimim? Benim görevlerim, ödevlerim, nelerdir? Yaratan, yaşatan, rızkımı veren, benden neler istiyor? Ben nasıl olmalıyım? diye soran kimseler, Kendisini akl-ı selim terazisinde tartmalıdır.
Değerli Dostlar; “HADDİNİ BİLENLER” yaratılış gayesine arif olanlardır. İnsanlığa hayrun nas olarak hizmet edenlerdir, ölmezden evvel ölenlerdir, Nefsi mücadelede muzaffer olup, gönül kalesine tevhid bayrağını dikenlerdir. Bunların bir tamamına arif olanlar haddini bilen kardeşlerdir. Bu kardeşlerimiz hem dünya, hem de ukba saadetini kazanmışlardır. Haddini bilenlerin sözleri, sohbetleri hikmet ve mana dolu ve ölçülüdür.
Sonuç olarak; "Nefisini bilen Rabbini bilir" Hadis-i Şerifi üzerinde çok düşünülmesi gereken çok önemli bir tespittir. "Nefsini bilen Rabbini bilir" buyruğunu tersinden okuduğumuzda "Nefisini bilmeyen Rabbini bilemez" anlamı çıkar. Rabbini bilmeyen neyi bilir ki acaba? Nefs terbiye edilmediği takdirde, kişinin düşmanı olduğunu, terbiye edildiği takdirde ise o güzel insanın dostu olduğu gerçeğini göz ardı etmeden, bu hususun çok önemli bir çizgi olduğunu mutlaka idrak etmeliyiz.
Ya Rabbi bizleri, yolunu ve haddini bilenlerden olmayı nasip eyle.
Rabbim; haddini bilmeyenlerin şerrinden, kötü emellerinden, nefsani çıkarlarından, zulmünden bizleri koru ve muhafaza eyle.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Kalın sağlıcakla.
Mustafa AYALTI
Altınoluk, 15 Eylül 2022