Değerli dostlar, Mİ’RAÇ sözcüğünü islam tarihi esasları dahilinde incelediğimizde; Peygamberimiz Sav. Efendimiz’in Allah cc. ile görüştüğünü ifade eden kronolojik bir sistem olduğunu biliriz. Tasavvufi açıdan, Hakikat manada zevk ettiğimizde miraç, süfli yani fani alemden ulvi yani Beka alemine yükselmektir, diye de ifade edebiliriz.
Daha, daha başka şekillerde ifade edecek olursak; Hakk katında vuslata ermektir. Zahir alemden, hakikat alemine yolculuktur. Şehadet aleminden "Elest bezmi"ne varmaktır. Bir Hadis-i Şerif’ de de buyurulduğu üzere, Mi’rac’ı; ruhun Cenab-ı Hakk’ a yükselişi olarak da tarif edebiliriz.
İnsan yapısını anatomik açıdan değerlendirmek değilde, Hakikat manada değerlendirdiğimizde, daha önceki yazılarımızda da arz ettiğimiz üzere; insan vücudu anasırı iki hal mertebenin zuhurudur. Bir başka ifade ile iki asıl unsurdan müteşekkildir. İnsandaki iki asıl unsurdan biri ruh, diğeri bedendir. İşte bu beden, Ruh’un elbisesidir.
Allah cc. kıyamete kadar yeryüzüne göndereceği insanların ruhlarını cesetlerinden önce yaratarak onlardan ahid ve misak almıştır. Bu ahid ve sözleşme, Elest bezmi dediğimiz ruhlar aleminde; "Elestü bi Rabbikum ; Ben sizin Rabbiniz değil miyim? " sorusuna "Kalü bela; Evet, Rabbimizsin " diye cevap verilerek tamamlanmıştır.
Ulvi alemde bulunan ilahi menşeili ruh, süfli aleme nüzul ederek, bir adı da CAN olan ten kafesine girince bir ayrılık derdine düşmüştür RUH. Mevlana Hazretleri şöyle bir misalle dile getirmiştir Ruh’un feryadını. Kamışlıktan koparılan ve ney haline getirilen kamışlar gibi inlemiştir ruh. Geldiği alemin hasret ve hicranıyla dünyaya gözlerini açarken dudaklarından ağıt feryadı, gözlerinden yaş dökülmüştür. Daha henüz gözlerini dünyaya açan bir bebeği tefekkür edelim dostlar.
Dünyaya gözlerini açan yavru, süfli alemle irtibatının azlığı sebebiyle tertemiz ve günahsızdır. Fakat; dünya gailesi ve nefs o yavrunun vücudu anasırına olan hakimiyeti arttıkça, bu hakimiyete nefsi emmaresi ve enaniyeti de eşlik ederek zaman içerisinde hakikat aleminden uzaklaşmaktadır. Netice olarak; Nefs-i emmaresinin esaretinde olan insanlar gaflet perdesiyle perdelenmektedir. Allah muhafaza buyursun.
Ademoğlunun ruhlar aleminde verdiği ahde vefayı yani sözünü yerine getirebilmesi için MİRAC etmesi gerekmektedir. Bu miraç; ibadetle, riyazetle, söz konusu ceset bedenin esas hamisi olan ruhun asıl dünyasıyla yani asıl hamisi olan Hakk ile vuslata ermesi ile mümkündür, asıl amaçta budur zaten. Yani insan vücudu anasırında Nefsin hakimiyetinin zayıflaması demek; ruhun bedene hakim olması anlamına gelir, demektir. Bu şu demektir; artık ruh, beden mülkünde Sultan olmuş, Sultanlar Sultanını bulmuş demektir. Bu güzelliklere vasıl olabilmek ancak; SEYRÜ SÜLUK yolculuğuna çıkmakla mümkün olabilmektedir.
Bu yüzden hakikat manada SEYRÜ SÜLUKE başlayan bir hakikat yolcusu, süfli alemden ulvi aleme mirac etmek üzere manevi basamaklarını birer birer çıkmaya başlaması demektir. Bu yolculuk son derece zor ve meşakkatlerle dolu olduğunu göz ardı etmeyelim. Peki; NE YAPALIM?
SEYR-U SÜLUK Arapça, gitmek, girmek, seyahat etmek, yol almak ve ilerleme anlamına gelir.
Seyr-u Süluk’ün amacı ve ana hedefi, bir yola girip ve sonunda Hakk’a vuslattır, Rabbine kavuşmaktır. Hakk’a vuslat demek, Allah’ı görüyormuşçasına kulluk şuuruna ermek ve daima Hakk ile bir olabilmektir, diye zevk edebiliriz.
İnsanların maneviyat yolculuğunda, miracına gerçek anlamda bir sınır çizmek mümkün değildir. Çünkü; o kişilerin hangi mertebelere gelebileceği kişiler tarafından bilinemez.
Manevi miracın yani SEYRU SÜLUK’ün ana hedeflerden birisi de manevi terbiyedir. Her müminin Miraç’ dan alacağı dersler ve manevi nasipleri vardır. Bu manevi yolun herkese açık olmasından dolayı, bütün Allah dostları, manevi terbiye ile yapılacak manevi Miraç’ın peşindedirler. Bu manevi terbiye yolculuğuna "SEYRÜ SÜLUK" denir.
SEYİR, "Rabbinin yolundan gitmek", SÜLUK ise, "bu işin yani manevi terbiyenin bir Mürşit’in himayesinde gerçekleştirmektir." Kısaca; SEYRÜ SÜLUK, bir mürşid-i kamilin önderliğinde Rabbine yolculuktur. Bu yolculuk, kalp temizliği ve nefis terbiyesi ile gerçekleşen manevi bir yolculuktur, ruhi bir Miraç’tır kardeşlerim.
İki yönlü olan Seyr-u Sülük, iki farklı yol olarak tanımlanmıştır. Birincisi “Nefsini bilen Rabbini bilir”, ikincisi ise “Rabbini bilen nefsini bilir” şeklindedir. Birinci yolda, kendini bilen Rabbini öğrenmiş olur, ikinci yolda ise önce Rabbini öğrenip, sonrada kendini bilir hale gelmiş olur. Birinci yola; halktan Hakk’a çıkış, ikinci yola ise; Hakk’tan halka iniş denmiştir.
İki tür mirac’ın olduğunu buyuruyor Sultanlarımız. Bunlardan biri manevi miraç, diğeri ise şekli miraçtır. Manevi mi'racı iki halde arz edebiliriz. Birincisi; enaniyetinden nedamet duyup, varlığını hakkın varlığında eritmektir. İkincisi; masivayı yani Cenab-ı Hakk’tan gayri olan bütün varlıkları gönülden atıp, Cenab-ı Hakk'a yönelmektir. Cenab-ı Allah; asla ve asla, hiçbir zaman uzaklarda olmamıştır, olmayacaktır da. Uzaklarda olan bizleriz, uzakları yakın edelim dostlar.
Mütefekkirlerimiz buyuruyor; kulun Rabbine kavuşabilmesi ve kamil bir duruşa ulaşabilmesi, diğer bir ifade ile insan olabilmesi için aşacağı engeller, nefsine ait sıfatlarıdır. Nefsine ait olan bu sıfatlar yedi tanedir. Daha önceki yazılarımızda nefs mertebelerini kapsamlı bir şekilde arz etmiştik. Rabbine yaklaşabilmek için bir insan evvela nefs’i meratiplerini terbiye edecek, kötü hallerinden yani Rabbinin hoşnut olmadığı hallerinden uzaklaşacak, zulmet perdelerini aşacak ve sonrada Rabbine kavuşacaktır. Dikkat buyurun dostlar, Allah cc. ’ya giden yolun rehberi Mürşid-i Kamilimizdir. Azığımız takvamızdır. Bineğimiz Rabbimin himmetidir. Yol arkadaşımız ihvan kardeşlerimizdir. Silahımız dua ve zikirdir. Düşmanımız nefis ve şeytandır. Süresi ise, son nefese kadardır.
İnsan kendi hakikatine yolculuk yapabilmesi için şu ayeti kerime çok manidar olduğu kadar da çok önemlidir. Dikkat buyurun lütfen. "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" diye buyurmuştur Allah cc. (Zariyat/56). Bu bağlamda insan ya nefsinin isteklerine, ya da Allah cc.nun isteklerine kulluk yapar. İnsanın nefsi; özü, mahiyeti veya aslı değildir. İnsanın aslı Allah'tandır. Tabiki aslına dönen özgür olur, huzur bulur. Aslından uzaklaşan nefsine yakın olur hatta onun esaretinde yaşamını sürdürür. Bu bağlamda; İslam dini tevhid dini olması nedeniyle, her şeyde Allah cc. görmek ve müşahede etmek esastır.
Değerli dostlar; Sultanlarımız manevi yolculuk söylemiyle, "Seyir Mertebelerini" ifade buyurmuşlardır. Bu seyirdeki asıl hedefin Allah cc. olduğunu ifade etmek isterim. Çünkü asıl yolculuk budur, saadete ermek budur. Aslolan, Cenab-ı Hakk ile tanışmak ve Rabbine vuslattır, kavuşmaktır.
Değerli dostlar; Hakikati asliyesine ulaşma gayretinde olan bir insan evvela arz edeceğim SEYR mertebelerini tahsil etmeli ve yaşamalıdır. Sıra ile arz edelim inşallah.
Birincisi: Rabbine doğru seyr anlamına gelen Seyr-i İlallah; Ruhumuz, birtakım mertebe ve makamların seyrinden sonra, şahadet alemindeki yaşantısında insandan açığa çıkması, yani zahir olmasıdır. Bir diğer ifade ile Seyr-i İlallah Allahü tealaya doğru olan yolda ilerlemek, manevi ilimde ilerlemek, yükselmektir.
İkincisi: Seyr-i Fillah’tır. Allah cc. nun beğendiği ve razı olduğu şeylerde fani olma yani O'nun sevdiklerini sevmek ve O'nun sevdikleri ile hem hal olmak. Allahü tealaya kavuşmak, O’na ulaşmak, ancak ve ancak; zulmet perdelerinin kalkması ile mümkündür.
Üçüncüsü: Seyr-i Anillah’tır. Her daim Rabbimizle olmak, başlangıca döndükten yani vahdet-i vücud sırrına erdikten sonra Hakk’la Hakk’a yahut zattan zata sefer etmektir ki; bunun nihayeti yoktur. Bu Seyr’de artık; bu fani alemde, Allah cc. bir Kuts-i Hadis’inde de buyurduğu üzere; “yeryüzünde Allah cc.nun gören gözü, tutan eli, konuşan dili, yürüyen ayağı olurum” diye buyurduğu kutsi hadise mazhar olmaktır. Bu mertebedeki insanlara “RİCALULLAH” yani Allah adamı, Allah dostu gibi isimler verilmektedir. Allah adamı dediğimiz bu insanlar artık varlığını Hakk’ın varlığında ifna etmişlerdir.
Bu seviyeye ulaşan dervişleri Mütefekkirlerimiz, seyr-i anillah (Allah’tan yolculuk), fark ba’del cem (birleştikten sonra ayrılma) gibi ifadelerle anlatılırlar. Ve bu nedenledir ki; hakikat-i asliyesine kavuşan kimselerdeki ana fikir şudur dostlar; “NE SEN VARSIN, NE BEN, HER ŞEY O’DUR” anlayışı, yani vahdet-i vücuttur. “Bu seyir vahdet (birlik)’ten, kesret (çokluk)’a doğrudur. Bundan gaye, Hakk’tan halka terbiye ve irşad için dönüştür.
Sonuç olarak; Allah cc’ nun hilafet makamımın sahibi, Peygamberimiz Sav. Efendimizin varisi Nebisi Sultanlarımızın Himmet ve telkinatlarına harfiyen riayet etmek suretiyle, Seyri Sülük basamaklarını bir Mürşid-i Kamil nezaretinde tırmanan bir salik, manevi miracını ikmal etmiş olup, Hakk'ın vuslatına ermiştir. Yani manevi miracın hitamından sonra, artık halkın arasında bir farkındalık kazanmış olur. Hakk için Hakk’a hizmet etmek miracın batıni boyutudur. Ve böylece o insanın gönül alemi, masivalardan temizlenmiştir.
Rabbim bizleri miracını tamamlayıp, Cenab-ı Hakk’a vuslat edenlerden eylesin.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Kalın sağlıcakla.
Mustafa AYALTI
Altınoluk, 15 Ekim 2022