Değerli dostlar; hakikati asliyemizin temasını teşkil eden ana tema nedir biliyor musunuz? Sevgi, teslimiyet, sadakat ve adanmışlık ruhudur. Demek oluyor ki; bahse konu ruh ile hakikati asliyemize kavuşabilmemiz ancak mümkün olabiliyor, demektir.
Hakikati asliyemize kavuşmanın birinci önceliği olan “TESLİMİYET” kavramı nedir, ne demektir, olmazsa olmaz mıdır? Himmetleriyle “Teslimiyet; olmazsa olmaz" diyelim ve yazımıza buradan başlayalım inşallah.
TESLİMİYET; boyun eğmek, başa gelen hadiseleri itirazsız kabul etmek ve selamete çıkmaktır diye tarif edebildiğimiz gibi, gönül yoluyla Allah cc. yapılan yolculuğun adıdır da diyebiliriz.
Seyri sülük adı verilen bu yolculukta yolcunun bineği aşktır. Aşk; sevilenin seveni ihata etmesi ve neticede sevenin sevilende yok olması halidir. Hakikati asliyesine kavuşma gayretinde olan bir hakikat yolcusunun hedefi Rabb’ine aşık olmak ve Rabb’inde "fenafillah" olmaktır dostlar.
Değerli dostlar; Mütefekkirlerimizin teslimiyet ile ilgili ifadelerinden anladıklarımı sizlerle paylaşırken, önemli olduğuna inandığım bu konuya yani teslimiyet konusuna dikkatlerinizi çekmek istiyorum. “Mürşid-i Kamil’imizin emir ve yasaklarını, tavsiyelerini sorgulamadan, şüpheye düşmeden, tenkit etmeden, kalbi olarak da itiraz etmeden, tam bir gönül rızası ile yerine getirerek, verdiği manevi reçeteyi uygulamakta tereddüde düşmeden teslim olmak en büyük şiarımızdır. Kısacası ehli ihvanın efendisine teslimiyeti “gassalın elindeki meyyit” gibi olmalıdır. Yani ihvan, bir ölünün ölü yıkayıcısına kayıtsız şartsız, itirazsız iradesiz itaat etmesi misali, efendisine de öyle teslim olmalıdır” diye arz etmek isterim.
Doktoruna güvenmeyip, doktoruna teslim olmayan bir hastanın şifa bulması nasıl mümkün değilse, mürşidine teslim olmayan bir ihvanın da tasavvuf terbiyesinden, diğer bir ifade ile efendisinin nazarından istifade etmesi mümkün değildir. Bu ehlibeyt yoluna girebilmek ancak; bir mürşid-i kamile teslim olmakla mümkündür. İşin esası nedir biliyor musunuz? dostlar, “HAKİKAT-İ ASLİYENİN ESASINI” bilmektir, yaratılma gayesine arif olmaktır. Bu sebeple; işin esası yani yolun başı da sonu da “SEVGİ VE TESLİMİYET” ten başka bir şey değildir.
Teslimiyetin sırrına erebilmek için nefsten ve benlikten kurtulmak, insanın kendisini yok sayması anlamına gelen varlığını Hakk’ın varlığında ifna yani yok etmesi ile doğru orantılıdır. Teslimiyetten maksat; insanın söz konusu fena halini yaşamasını, yani kendini yok hükmünde görmesini sağlamaktır. Teslimiyetin maneviyatına ulaşamayanlar “bazı şeyler bana ters geldi, aklıma yatmadı, ölçülerime uymadı” diyerek tereddüt eden kimselerin bu düşünceleri enaniyetten yani benlikten kaynaklandığını bilmelidirler. Benliğinin esaretinde olan bu tür insanlar hakikati asliyesine ulaşmaları asla mümkün değildir.
Dünya dediğimiz şu fani alemde; teslimiyetimizle, sadakatımızla ve samimiyetimizle birer imtihan halinde olduğumuz gerçeğini göz ardı etmeyelim. Bu imtihanımız zor bir imtihan dostlar. Zor; çünkü huzur-u ilahideki ahdimizde tuttuğumuz elin kimin eli olduğunu hatırlayalım ve tefekkür edelim, verdiğimiz ikrarı bir kez daha hatırlayalım. (Fetih Suresi Ayet 10). Yine hala varlığının münferitliğine, Nefsin hevasına, şeytanın vesveselerine aldanıp doğrulardan saptığımız, yanlışa meylettiğimiz olabiliyor. Hal böyle olunca da Dünya nimetlerini kalbimizden büsbütün söküp atmamız da mümkün olamıyor. Kin, kibir, nefret, haset, fesat tamah, riya gibi kalp hastalıklarına müptela oluyoruz. Böyle hastalıkların tedavisinde tek başımıza çare olamıyoruz. Ya nasıl olacak? Hakikati asliyemize ulaşmanın tek bir adresi ve çaresi var, o da Rabbimize teslimiyettir.
Çünkü kul kendi kendine yeten bir varlık değildir. Efendim Hazretleri eserimizin birinde öyle buyuruyor; “varlığında münferit olanlar denizin ortasında kalmış biçare gibidirler” diye buyurmaktadır.
Aslında benliğinin esaretinde olan bu tür insanlar, enaniyetiyle hareket ederken bile bağımsız değillerdir. Farkında olmadan da mutlaka bir yerlere teslim olmuş olabilirler. Mesela; bulunduğu çevrenin faktörlerine, aldığı eğitime, içinde bulunduğu zamanın heva ve heveslerine, malına-mülküne, yani kısacası A’raf Suresi 14 ve 15nci Ayetlerinde de buyurulduğu üzere; “insanlar tekrar dirilinceye kadar Allah cc’dan mühlet isteyen şeytanın” ın esaretinde olan bu kişilerin hakikati asliyesine ulaşmasına mani olan bu ve buna benzer hasletler kişinin ayağına vurulmuş birer prangadır.
Teslim olduğumuz/Olacağımız Mürşüd-i Kamil’in kim olduğunu tefekkür ederek teslim olmak, insanın hakikatine ulaşmasına neden olabilecek en büyük etkendir. Nefsin itirazlarına, şeytanın vesveselerine aldırmadan gönlünü Rabbine bağlayıp tereddütsüz teslim olmak çok önemlidir. Böyle samimi bir teslimiyet kalbe vesvese değil, huzur ve güven verir ve dolayısı ile hakikatin esaslarına teslim olmuş olur.
Rasulullah Sav. Efendimizin Varis-i Nebileri, Verasetül Embiyaları ve Hilafet makamının sahipleri olan Mürşid-i Kamillerimiz, Ledun İlmi esasları dahilinde Cenab-ı Hakk’tan aldıkları tebliğ ve irşad metotlarını insanlara tebliğ ederler. Dolayısıyla bir mürşide bağlanmak, Allah ve Resulü’ne ulaşmanın en sağlıklı yoludur dostlar. Çünkü kamil mürşitler insanları, Allah ve Resulü’ne çağırırlar. (Bakınız Enbiya, 24). Mürşid-i Kamil’imizin bir eli kendisine teslim olanların elindeyken, diğer eli Peygamberimiz Sav. Efendimizin elindedir. “el ele, el Hakk’a” prensibi işte budur kardeşlerim. Tevbe Suresinin 111nci Ayetinde şöyle buyurulmaktadır; "Allah mü'minlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır. Onunla yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin." İşte bu ayeti kerime de teslimiyetin önemini ifade eden bir ayet-i kerimedir kardeşlerim.
Teslimiyet yolcusu, kamil insanın şahsında Rabb'ine karşı iradesini yok etmesidir. Hz. Mevlana mürşidi Şems-i Tebrizi'ye teslimiyeti neticesinde sahip olduğu aşkını, yani kendinden geçişini, "Senden başka başım varsa yok olsun" diyerek anlatmıştır. Buradan şu sonuca varabiliriz. Aşık-maşuk ilişkisinin ön plana çıktığını, yani aşkın bedelinin teslimiyet olduğunu anlıyoruz.
Teslim olan bir kişi, kendi iradesini Rabb'inin iradesinde erittiğinde, kendisine ait hiçbir varlığın olmadığını fehm eder. Hakikati asliyesine ulaşma gayretinde olan kimseler için Allah cc. bakınız Kutsi Hadisinde ne buyuruyor? “O kulumun gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum” diye buyurmuştur.
Sonuç olarak; Allah cc.nun uluhiyetini idrak ettiğimizde, teslimiyet ve tevekkül kolaylaşacaktır. Bu hususu dikkatlerinize sunarım.
Yaratılma gayesine arif olup, konumuza mevzuu olan hallerle hallenmeyi ve Rabbimize kavuşmayı Rabbim bizlere nasip etsin.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
Akçay, 07 Temmuz 2022