Değerli dostlar; yazımıza Efendim Hazretlerinin himmetleriyle, bir ayeti kerime ile başlamak istiyorum.
Allah cc. Bakara Suresi Ayet 171’de “İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler” diye buyurmaktadır.
Akıl nimeti diğer bir ifade ile akıl metaforu nedir ne demektir? Diye bir soru ile muhatap olduğumuzda el cevap; sözlük manası itibariyle, “menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak” gibi anlamlara gelen akıl kelimesi, felsefe ve mantık terimi olarak “varlığın hakikatini idrak eden, maddi olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher olup; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önerilerde bulunan, kıyas yapabilen güç” demekle birlikte, ez cümle; insanı diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu kılan temyiz gücü, düşünme ve anlama melekesidir, diye de tarif etmemiz mümkündür.
Tasavvufi açıdan değerlendirdiğimizde, aklın en çok dikkat çeken manası “bağ” ve “engel”dir. Akla bu manaların verilmesinin iki sebebi vardır. Birinci sebebi; cehalet karanlık bir olgu olduğuna göre, aklın nurlanmasıyla veya hakikati asliyemizi keşfetmemizle birlikte, söz konusu karanlığı yok ederek cehaletin engellenmesi birinci sebeptir. Aklı “engel” diye tarif eden diğer tasavvufi bir görüşe göre; akıl hakikati asliyeyi kavradığında, nefsi emmarenin esaretinden kurtulup, gerçekleri görmeye başlamasıdır diye görüş bildirmişlerdir.
Akıl insan da iki halde zuhur eder. Biri cüz’i akıl, diğeri külli akıldır. Buna göre; cüz’i akıl, hakikati asliyesinden bihaber olan kişilerde mevcuttur. Külli akıl ise; sadece tevhid inancına sahip kimselerde hüküm sürer. Zira külli akıl, heva ve hevesten uzak, Rabbinin arzu ettiği istikamet üzerine kişiyi sevk ve idare eden, emirlerine itaat eden akıl olup, Rahmani bir akıldır. Malumunuz birde şeytani akıl vardır ki; Rabbim bizleri bu akıldan uzak eylesin, nefs-i emmarenin esaretinde olan şeytani akıldır.
Mütefekkirlerimiz, insanın manevi yapısında “kalb, nefs, ruh ve akıl” olmak üzere dört önemli özellik üzerinde dururlar. Kalb, nefs ve ruh ile ilgili konular geçmiş yazılarımızda bahse konu olmuştu. Ama akıl ile ilgili birkaç şey arz etmem gerekirse; AKIL, algılama ve idrak kabiliyetidir. Akıl; biri eşyanın hakikatini bilmekten ibaret olan akıl, diğeri ilimleri kavrayan ve Peygamberimiz Sav. Efendimizin “Allah’ın yarattıklarının ilki akıldır” diye buyurduğu akıldır.
“AKIL“ esasında, Allah cc. nun insanlara lütfettiği bir seciyedir. Kişi rabbine sığınarak aklını doğru yola yönlendirebilir. "Akıl attır, dizgini arif elinde" atasözü bunu ifade eder. Akıl; akl-ı meaş ve akl-ı mead olmak üzere iki manada zevk etmemiz mümkündür. Akl-ı meaş; dünya işlerini düşünen, Tasavvufi görüşe göre, İlahi hakikatlerin idrakine varamayan akıldır. Akl-ı mead ise; ahireti düşünen ve ilm-i ledüne erip Zat-ı İlahiyeye ulaşan akıl olarak tanımlanmıştır. Tasavvuf ilminde kainat, külli aklın beyanıdır. Külli akıl aynı zamanda Hakikat-i Muhammediye’dir; yani Allah cc.nun mazhariyetidir.
Bizler külli akıla vasıl olabilmemiz için, Peygamberimiz Sav. Efendimizin varisi nebisinin aklından istifade etmemiz ile mümkündür. Bu halle hallenen kulların cüz’i aklı külli akla vasıl olmuştur.
Kur’an’ı Kerimde akıl kelimesi kırk dokuz yerde geçmektedir. Bu ayetlerde genellikle “akletme” nin yani aklı kullanarak doğru düşünmenin önemi üzerinde durulmuştur. Ve aynı zamanda Rabbim akla; eşyadaki nizamı kavrama gücünü, ilahi hakikatleri sezme, anlama ve onların üzerinde düşünüp, tefekkür etme, yorum yapma gibi görevleri yerine getirme yetkisini de vermiştir.
Çok manidar olduğuna iman ettiğim bir ayeti kerimede bakınız Allah cc. ne buyuruyor? Yunus Suresi 100 ncü Ayet’i Kerimesinde “Allah`ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır” diye buyurmaktadır.
Bu ayeti kerime biraz aklını kullanan kimselere inanılmaz ışık tutuyor, yeter ki doğru okuyabilelim. Burada yani ayette can alıcı cümle “Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır” diyor. Burayı dilimizin döndüğü kadarı ile biraz açalım. Allah cc. bizleri yaratmadan önce bir söz aldığından bahseder Kur’an’ı keriminde. O’na iman edeceğimizi, O’nun yüceliğinin karşısında saygıyla eğileceğimizin sözü. Verdiğimiz bu sözü hatırlamamız için, yaşarken fıtratımıza koyduğu iman etme, yaratıcıyı hatırlama duygusunu da hatırlayalım. (Araştırmamız sonucunda; Allah cc.ya verilen söz: Cenabı Hakk'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna, ruhların "Evet, sen bizim Rabbimizsin." diye verdiği cevaptır.)
İşte üzerinde çok düşünmemiz gereken cümlede burası bana göre. Rabbim Kur’an da en çok üzerinde durduğu ve birçok ayetin sonunda bizleri uyarıp, aklınızı kullanın sözcüğüdür. Peki, nerede kullanabiliriz bu aklı? Tabii ki her yerde, çevremize baktığımızda, gökyüzüne baktığımızda, bir böceği, sineği incelediğimizde kainata baktığımızda yani enfüs ve afakta her yerde aklını kullanan herkes, kainat üzerinde her ne var ise Cenab-ı Hakk’ın varlığını, O’nun mazhariyeti olduğunu müşahede edecektir. Gönül gözü ile bakamayanlar, görmeyen gözleriyle baktığında, farkına bile varamayacaktır bu gerçeklerin. Alak suresini incelediğimizde akıl; örneksiz yaratılan ve Allah cc.dan zuhur eden ilk varlıktır diye buyurur İmam Gazali Hazretleri. Buna paralel olarak Akıl Haddini bilmektir, haddini bilmek ise edeptir.
Rabbin apaçık gerçekleri göremeyen gözlerde perde, gönüllerinde ise mühür vardır diye buyurmaktadır. Rabbimin sohbetlerine ve uyarılarına tahammül edemeyenler, hakikate ulaşma gayretinde olmayan ve münferit yaşamayı arzu edenlerdir. Bunda ısrar edip, “Kur’an’ın nuru ile nurlanmayanların sonu, hesap günü onların yüzleri kapkara olacaktır” diyor Allah cc. Ayeti kerimesinde.
Değerli dostlar; "Akıl", amaca ulaşmak için kullanılan bir araç olduğuna göre; Rabbimin mihman olduğu gönlün sahibi ancak; mü’min bir kul olabilir. “Her kişi Adem" olamaz. Ama; "Er kişi" Adem olur. Sonuç itibariyle; böyle bir ADEM’e, bütün varlık alemi secde edebilsin ki; bu da o kişinin miracı olsun.
Aklı, tıpkı damlanın deryaya düşmesi gibi veya varlık alemi ile bütünleşmesi olarak zevk ettiğimizde, bu düşüşün “hiç olma/herşey olabilme” yetisinden başka ne olabilir. Bundan şunu anlıyoruz; insanı gönlündeki Hakk’a götüren yolun da, Hakk’a giden yolcunun da sağlıklı bir akla ihtiyacı olduğunu anlıyoruz dostlar.
Kur’an’da bir de insana yüklenen emanetten bahsedilir ki; bu emanet, genelde “akıl” olarak yorumlanmıştır. Bu emanetin verilmesiyle Allah cc, insanı ayetleriyle sorumlu tutmuş ve sınamıştır. İnsan, melek ve hayvan arası bir varlıktır. Melekteki akıl, hayvandaki nefs ve şehvet, insanda aynı anda vardır. Bu yüzden insan hem hayra, hem de şerre yatkın bir varlıktır. Ya da bir başka ifadeyle insandaki ruh ve akıl melekle, nefs şeytanla, ceset de hayvanla ortak vasıftadır diye buyuruyor, mütefekkirlerimiz.
Sonuç olarak; "akılın yolu birdir". "Akılla yol alınmaz", çünkü manevi yol, insanı yokluğa götüren, izafi ve geçici varlığı terkettiren, iradesini Allah'ın iradesine terk ettiren yoldur. Aklın sonsuz alemden haberi yoktur. Akla uyan, mana yoluna ulaşamaz. Bu sebeple; "Akıl, erenlerin ayak bağıdır", Aklın bittiği yerde ilm-i ledün başlar, ilm-i ledün'ün bittiği yerde aşk başlar vesselam. Der büyüklerimiz.
Diliyorum Rabbimden, Kur’an’ın rehberliğinden, nurundan, güneşinden en güzel biçimde istifade eden kullarından eylesin bizleri. Yine dilerim Rabbimden, Sultanımızın gittiği yoldan ve emirlerinden ayrımasın bizleri. Himmeti üzerimize daim olsun inşallah. Kalınız sağlıcakla.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
Akçay, 30 Eylül 2022