Allah (cc.) Araf Suresi, ayet 64’te “Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.” diye buyuruyor.
Sefine, gemi manasındadır. Gemi ile denizi bir bütün olarak ele aldığımızda Nuh metaforu; birey ve herhangi bir toplumu manevi açıdan selamet sahiline çıkaracak anlamlı mesaj ve öğütler bütünüdür. Bu bağlamda bahse konu gemi ile manevi kurtuluşa yelken açarak hakikat yolculuğuna çıkıp marifetullaha ulaşmak ana gayemizdir.
Efendim Hazretleri başta olmak üzere mütefekkirlerimiz, dört kapı olarak bizlere anlatılan şeriatı gemiye, tarikatı denize, hakikati de denizdeki inciye benzetirler. Efendim Hazretlerinin eserlerimizin birinde “Muhammedi şerriye ne ihmale gelir, ne de ihlale!” diye buyurduğu, şeriat-ı ahkâmdır. Demek oluyor ki kul olma yolunda ilerlemek isteyen birinin, ilk önce arayıp bulması ve yaşaması gereken şey şeriat-ı ahkâmdır. Ve sonrada Rabbinin yap dediklerini yapmak, yapma dediklerini de yapmamaktır.
Tarikat; emir ve yasakların bütününde takva üzere bulunma, birtakım makam ve menzile ulaşarak Allah’a yaklaşma halidir.
Hakikat ise Rabbine kavuşma ve O’nun nurunu seyretme halidir. Yunus Emre Hazretleri gemiyi şeriata, hakikati denize benzetmiştir. Bir ehli Hak yolcusunun Rabbinin arzu ettiği menzile ulaşabilmesi için bineceği şeriat gemisinin güçlü dalgalar karşısında sağlam olması gerektiğini vurgulamıştır.
Peygamber Efendimiz (sav.): “Biz ve ashabımız, Nuh’un gemisi gibiyiz. Ki her kim bizim gemimize binerse kurtulur.” diye buyurmaktadır. Zaten gemi genel anlamda selameti ve kurtuluşu sembolize eder.
Zira tam bir sadakat ile kâmil bir şeyhe sarılan Hak yolcusu bir derviş, gece ve gündüz yürüyen gemi içindeki bir kimse gibi, Hak yolunda seyr ü seferdedir fakat kendisinin mesafe kat ettiğinden haberi yoktur.
Hak yolcusu; hakikat şehrine yapacağı yolculukta, Kaptan-ı Deryası Mürşid-i Kamil olan iman sefinesine bindiğinde, selamet sahiline çıkar ve kurtuluşa erer. Böylece denebilir ki gemi, üzerindeki hareketsiz bir yolcuyu veya yükü nasıl uzak mesafelere götürüyorsa şeyhi de müridini, sadakati ve teslimiyeti ölçüsünde, yüksek manevi makamlara taşır. Peygamber Efendimiz (sav.) bir hadis-i şeriflerinde: “Ehlibeytim Nuh’un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur, geri kalan boğulur.” diye buyurmuşlardır.
Efendim Hazretleri eserlerimizin birinde şöyle buyuruyor: “Varlığında münferit olanlar, denizin ortasında kalmış biçare gibidirler.” Kurtuluşun ise selamet sahiline çıkmakla mümkün olabileceği, aynı eserimizde vurgulanmaktadır.
Bu meseleyi hakikat boyutunda zevk ettiğimizde; Allah (cc.)’ın hilafet makamının sahibi olan bir veli kulunun bendesi olmadan selamet sahiline çıkmanın mümkün olmadığını anlıyoruz.
Buradan hareketle Nuh (as.)’un oğlu Kenan’ı ve ailesini tufandan kurtarmak için gemiye davet edişi ile ilgili hepinizin bildiği Mesnevi’de de geçen ibretlik bir kıssayı sizlerle paylaşmak isterim.
“Nuh Aleyhisselam’ın ikinci olarak evlendiği Vâile adında bir hanımı vardı. Bu kadın önce iman etmiş ise de daha sonra imandan ayrılmış ve mürted olmuştu. Hazreti Nuh’un bu kadından doğan oğlu Kenan da babasına iman etmemişti.
Nuh Aleyhisselam, yüzyıllar boyunca, kavmini iman ve hidayete davet ettiği halde, onların inanmamakta ısrar etmeleri sebebiyle helak olmalarının yaklaştığı sırada, son olarak kavmine, Allah (cc.)’a iman edip yaptığı gemiye binmelerini buyurdu.
Hazret-i Nuh’un son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar dediler ki:
-Ey Nuh, bizi tufanla korkutuyorsun. Biz sana da söylediklerine de inanmıyoruz!
Nuh Aleyhisselam gemiyi bitirdiğinde, vaat olunan azabın vakti gelmişti. Tufanın alametleri görüldü. Allah (cc.), Hazret-i Nuh’a vahyedip her hayvan ve kuştan birer çifti ve kavminden iman edenleri gemiye almasını emretti.
Nuh Aleyhisselam sular yükselmeye başladığında, oğlu Kenan’ı bir köşede gördü. Babalık ve peygamberlik şefkati ile son bir defa daha, bu asi evlada nasihat etti. İman etmesini söyleyerek buyurdu ki:
-Ey oğulcuğum, bizimle beraber gemiye bin ki inananlarla beraber selamete eresin. Kâfirlerle beraber olma. Allah (cc.)’ın iman nasip etmekle rahmet buyurdukları hariç, bugün boğulmaktan kimse kurtulamaz!
Kenan buna karşılık şu cevabı verdi:
-Ne iman ederim ne de gemiye binerim. Bir büyük dağa sığınırım. O dağ beni, suda boğulmaktan korur.
Kenan, bunları söyledikten hemen sonra dağa tırmanmaya başladı. Fakat sular hızla yükselip onu yuttu. Nuh Aleyhisselam, Allah (cc.)’a şöyle arz etti: “Ya Rabbi Oğlum Kenan benim ehlimdendir ve senin vaadin elbette haktır. Senin vaadinde değişiklik olmaz. Sen, beni ve ehlimi suda boğmayacağını vaat etmiştin!”
Allah u Teâlâ buyurdu ki: “Ey Nuh, o senin ehlinden, dininden değildir. Zira o salih olmayan bir amel sahibidir. O halde ilmine vakıf olmadığın bir şeyi benden isteme. Şüphesiz ben, seni cahillerden olmaktan men ederim!” İşte Nuh (as.) kıssası budur. Rabbim bizleri asi gelen kişilerden eylemesin.
Cenab-ı Hakk’ın hilafet makamına mazhar olan ve Peygamber Efendimiz (sav.) varis-i Nebisi olan enbiya ve evliyanın yoluna intisab edenlerin dışında herhangi bir kurtuluşun olmadı, bu âlemde varlığında münferit olanların vehim deryasındaki hayal tufanına tutulup parça parça olacağı şüphesizdir.
Kurtulmak isteyen kişi, kibir ve kinini bırakıp kendi akıl ve idrakiyle yüzmek yerine, selamet sahiline çıkabilmek için nefsi emmareden kurtulup Rabbine teslim olmalıdır.
Bir kişinin, kendi yetenek ve gayretlerine güvenerek denizin ortasında münferit olarak yüzmeye çalışmasının anlamsız olduğunu söyleyen Mevlana, çare olarak ise o denizdeki Nuh’un gemisine binmeyi yani Hz. Peygamber yolundan giden mürşidlere sarılmayı tavsiye buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (sav.) buyuruyor ki: “Selamet Sefinesi, benim can gözüme varis ve makamıma halife olan varislerimdir.”
Gönül dostu kardeşlerim! Biz, biz olalım Rabbimin buyurduğu “Emrolduğun gibi dosdoğru istikamet üzere ol!” ayetine mazhar olalım. Asla iman sefinesinden ayrılmayalım. Nuh’un oğlu Kenan gibi dağa sığınmaktan, yani kendi akılının esaretinde olmaktan kendimizi men edelim. Zira bu akıl, kişiyi şeytanın esaretinden, nefis ve tabiat tufanından kurtaramaz. Buna göre kişi, aklının esaretinde olursa basireti bağlanır ve hakikati göremez.
Mevlana Hazretleri, insanın kalbini de gemiye teşbih ederek onun mal ve mülk sevdasından arınması gerektiğini vurgular. “Mal sevgisi de insanın kalbini doldurduğu zaman, onu aynı şekilde batırır. Ancak mal sevgisi kalbi istila etmez de kişi o mal ile güzel davranışlar sergilerse geminin altındaki suyun gemiyi taşıması ve istenen yere ulaştırması gibi o kalp de insanı maksudu olan Hakk’a ulaştırır.” diye buyurur.
Yine Mevlana Hazretleri, mürşid-i kâmili Hz. Nuh’un gemisine teşbih ederken varlığında münferit olanları ise Hz. Nuh As.’a karşı gelen oğlu Kenan’a benzetir.
Sonuç olarak; ey salik! Bazen çok bilgi, insanın hakikate ulaşmasında bir engel oluşturabilmektedir. Bundan dolayı insanın, gerçek bir yol gösterici karşısında, bildiklerini bir kenara bırakıp büyüklenmeden cahil bir çocuk gibi acizliğini ortaya koyması ve ona teslim olması, kurtuluşu için önemli bir adımdır.
Rabbim, bizleri varlığında münferit olanlardan eylemesin. Rabbim, bizleri iman sefinesi ile hakikat yolculuğuna çıkanlardan eylesin.
Rabbim, cümlemizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 29 Mayıs 2022