“Maneviyat nedir, ne demektir?” Dilerseniz yazımıza buradan başlayalım. Maneviyat; gözle görülüp elle tutulamayan, duygularla sezilebilen, ruhani, uhrevi, tinsel bir kavramdır. ‘Akıl, kalp ve ruhun madeninde, beynin ışığında bulunan manevi bir nurdur.’ diye tarif etmemiz mümkündür dostlar. (Tinsel: Ruhsal.)
Değerli gönül dostu kardeşlerim! Efendim Hazretleri, gerek sohbetlerinde gerekse eserlerimizde insan vücud-u anasırının iki hal mertebeden müteşekkil olduğunu beyan buyururlar. Bunlardan birisi nefsani yani şeytani yönü, diğeri ise Ruhani yani Rahmani yönüdür. Nefsaniyetinin yani nefsi emarenin esaretinde olan kişilerin yolculuğu, esfel-i safilin yolculuğu olup bu kişilerin hayat felsefesi, benliğinin esaretinde hüküm sürerek yaşamayı arzu edenlerin felsefesidir. Bu kişiler arzın nimetlerinden istifade etme gayretindedirler. “Buna mukabil, ruhaniyetinin emrinde olan dervişler ise sema nimetlerinden gıdalanırlar.” diye buyuruyor Efendim Hazretleri. “Sema nimetleri nedir, nerededir?” derseniz, masivalardan arınmış GÖNÜLLERDİR diyebiliriz.
Kerim kitabımızda mutlak bir ifade ile insanın; Allah (cc.)’a muhtaç olarak, topraktan yaratılmış bir kul olmasına karşın ihtilafa düşüp dağılan, aceleci, isyankâr, mağrur, şımarık, nankör, cahil ve zalim gibi sıfatlarla anıldığını görmekteyiz. Oysaki insan; yaratılışı itibariyle, Allah (cc.)’ın yeryüzündeki halifesi payesine ulaşma gayretinde olan kişidir. Bu gayrette olan insanın, ahsen-i takvim sırrına mazhar olması hasebiyle Allah (cc.)’ın sıfatlarını, esmalarını ve tecellilerini taşıması şerefi Allah (cc.)’ın halifesi olmasından dolayıdır.
Mütefekkirler, insanın manevi yapısında “KALB, NEFS, RUH VE AKIL” olmak üzere dört önemli özelliği olduğundan bahsederler. Ve bu özellikleri bizlere şöyle açıklamaktadırlar:
1.Kalb: Lügat manası; iç ve öz demek olup bir şeyin altını üstüne getirmek anlamındadır. Kavram olarak iki manada kullanılır. Birincisi, vücudumuzun kan dolaşımını sağlayan çok önemli bir organdır. İkincisi, Rabbani ve ruhani bir Letaif’tir. (Letaif; gözle görülmeyen her şeyden haberdar olan demektir.) Mutasavvıflar: “Nefs-i natıka ile ruh arasında yer alan nurani bir cevherdir.” diye buyururlar. “Gerçek şudur ki kör olan gözler değil, göğüslerdeki kalplerdir.” diye buyuruyor Cenab-ı Allah (cc.) ( Hac, 46).
2. Nefs: Sözlük manası bir şeyin varlığı, öz benliği ve kendisi demek olup beden kalıbına tevdi edilen ve kötü huyların mahalli sayılan Letaif’tir. Mütefekkirlere göre; nefs, kişiye ait enaniyetinden hâsıl olan insanın kötü huy ve fiilleridir. İnsanın kötü fiillerini iki türde inceleyebiliriz: Birincisi; kişinin kendi iradesiyle elde ettiği egoizm, kibir, öfke, kin, haset, beşeri sıfatlardır. İkincisi; yaptığı çirkin fiillerini beğenmesi ile kendisinin bir değerinin olduğunu düşünmesi olup bu da kişinin şirkidir.
Bu konu ile ilgili Yusuf Suresi ayet 53’te “Nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder.” ayet-i kerimesi ve “En büyük düşmanın, iki yanın arasındaki nefsindir.”, “Küçük cihaddan büyük cihada, nefs ile mücahedeye döndük.” hadis-i şerifleri vardır. Özet olarak; bahse konu ayet ve hadis-i şerifler, bizlere kötü sıfatların merkezinin nefs olduğunu ifade etmektedir.
3. Ruh: Lügat manası itibariyle, can ve hayat demek olup beden kalıbına tevdi edilmiş rabbani, ilahi bir Letaif’tir. O’nun görevi; bedende bulunduğu sürece ruhun elbisesi olan tene can ve hayat vermektir. İnsan ruh ile değil, hayat ile diri ve canlıdır.
Değerli dostlar! Ruhun ilacı maneviyattır. İnsan ahsen-i takvim üzere yaratıldığı halde; nefsinin esaretinde yaşamayı tercih edenler, aşağıların aşağısına indirilirken asli vatanından uzaklaşmış, asli özelliklerini kaybetmiş, enaniyetinin esiri olmuştur. Daima kötülüğü emreden nefsin esaretinde olan, diğer bir ifade ile esfel-i safilin yolcusu olan bir kimse, görürken göremez, duyarken duyamaz olur. Sonunda Kur’ani ifade ile bu kişiler gerçekten zalim, cahil ve hüsranda olur.
Aslında mütefekkirlerce nefs ile ruh ayrı ayrı varlıklar olmamakla birlikte, birbirlerini esaret altına almaya çalıştıkları ifade edilir. Mutmainne derecesine eren nefs, nefs olmaktan çıkıp ruh özelliği kazanır.
Manen Rabbine rücu etmeyen ruh, cesede tabidir. Ancak Rabbinin arzu ettiği doğrultuda istikamet üzere olan mü’minlerde diğer bir ifade ile marifetullahta yani maneviyatta yol almış olanlarda durum tersine olup ceset ruha tabidir.
4- Akıl: Algılama ve idrak kabiliyeti anlamında olan akıl iki türlüdür: Biri eşyanın hakikatini bilmekten ibaret olan akıl, diğeri ilimleri kavrayan ve Peygamber Efendimizin (sav.) “Allah’ın yarattıklarının ilki akıldır.” hadisiyle anlattığı akıldır.
Sonuç olarak; günümüzde ruhi ve fiziki rahatsızlıklara neden olan en büyük etken maddeciliktir, maneviyattan uzaklaşmaktır. Kinden, nefretten, enaniyetten koruyan tek şey Rabbimize olan teslimiyet, ona duyulan muhabbet ve ahlak-ı Muhammedi’dir. Efendim Hazretleri eserlerimizin birinde şöyle buyuruyor: “Ehli ihvanın en büyük sermayesi tecelliyatlara karşı göstereceği sabrıdır.” Bu bağlamda Asr Suresi, manevi hayatı özetlemiş olarak bizlerin istifadesine sunulmuştur. O halde Asr Suresini tefekkürlerinize sunuyorum.
Rabbim bizleri nefsi emmarenin esaretinden firar edip ruhaniyetine kavuşanlardan eylesin.
Rabbim cümlemizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 24 Nisan 2022