Değerli gönül dostu kardeşlerim! Bu yazımıza da Rabbimin himmetleriyle bir ayet-i kerime ile başlamak istiyorum. Allah (cc.) Bakara Suresi Ayet 158’de "Şüphesiz “Safa” ile “Merve” Allah'ın işaretlerindendir. Böylece kim evi (Kâbe’yi) hacceder veya umre yaparsa artık bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur. Kim de gönülden bir hayır yaparsa (karşılığını alır). Şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, bilendir." diye buyurmaktadır.
Arapça bir kelime olan Hac; sözlükte, saygı duyulan büyük ve önemli şeye yönelmek, ziyaret etmek, bir yere gidip gelmek gibi anlamlara gelmektedir. Şeriat-ı ahkâmda, Hac farziyetini gönlünde taşıyan iman sahibi kişilerin, senenin belli zamanlarında yani Zilhicce ayında, belirli kurallara riayet etmek kaydıyla, Mekke'de Kâbe’yi ziyaret etmesine Hac denir. Bunun yanı sıra, Allah (cc.)’a ulaşmak üzere yapılan mana yolculuğuna da Hac denmektedir.
Mekke’nin Müslümanlar tarafından fethedilmesinin hemen ardından Hicret’in dokuzuncu yılında Hac ibadeti farz kılınmıştır. Diğer bir ifade ile Peygamber Efendimiz (sav.), Mekke’den Medine’ye göç ettikten dokuz yıl sonra farz kılınmıştır. O ayet de şudur: Allah (cc.) Al-i İmran Suresi Ayet 97’de "Yoluna gücü yetenlerin Beytullah'ı haccetmeleri, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Kim de (haccın farz oluşunu) inkâr ederse bilsin ki Allah, âlemlerden (onun haccından ve diğer amellerinden) müstağnidir." diye buyurmaktadır.
İlk Hac; Hicret’in dokuzuncu yılında ilk defa Hz. Ebubekir (a.s.) tarafından gerçekleştirilmiştir. Peygamberimiz (sav.) Efendimiz ise Hazreti Ebubekir (a.s)’den bir yıl sonra, Hicret’in onuncu yılında ilk ve son haccını gerçekleştirmiş ve bu Hac, Peygamber Efendimizin (sav.) son haccı, Veda Haccı olmuştur.
Aynı zamanda benliğe egemen olma çabası olan Hac’cın farzları sırasıyla: ihrama girmek, Arafat’ta vakfeye durmak, Kâbe’yi tavaf etmektir. Bununla beraber şeytan taşlamak, ihrama mikat mahalinden girmek, ihramın getirdiği yasaklara uymak; Hac ibadetinin en önemli vacipleri arasındadır. İhram giyince iki rekât namaz kılmak, ihram öncesi hoş kokular sürünmek, ihram sonrası her fırsatta telbiye getirmek de Hac ibadetinin sünnetleri arasındadır.
Hac ibadeti ahiretteki mahşere benzetilir. Baş açık, yalın ayak Kâbe’de Allah'ın huzuruna çıkmak, ahiretteki ilahi huzura varmakla mukayese edilir. Hac’ta dikişsiz elbise giymek ve dünyevi işlerden men olunmak, dünyadan ilgiyi kesip her türlü mal ve mülkiyet iddiasını terk ederek tam bir fakr ve ihtiyaç hali ile Rabbine yönelme ve sığınmanın sembolüdür. Derviş bu Hac farizesinde; varlık diyarından yokluk diyarına hicret eder, yolculuk yapar. Noksanlıktan olgunluğa erişir. Mikatta riya ve gösteriş elbisesini soyunur, takva elbisesini bembeyaz pırıl pırıl olarak giyer. Dünyadan sıyrılır, Arafat'ta arif olarak durur. Cenab-ı Hakk'ın afak ve enfüsteki ayetlerini müşahede eder, nefs hayvanını Mina'da kurban eder. Nefsinin şeytani yönünü cemrelerde taşlar. Safa tepesinde saflık, Merve'de mürüvvetliği elde eder. Kâbe’de Allah (cc.) haremine girer. Manevi neşe ve ruhani ferahlık bulur.
Hac ibadeti sırasında yapılması gerekenleri kısaca şöyle özetleyebiliriz: Mekke civarında kutsal toprakların sınırına yani mikat mahalline gelince günlük elbiseler çıkarılır ve "ihram" denilen iki parça kumaştan oluşan özel bir kıyafete girilir. Baş açıktır. Hac süresince kişi kendisini, kendi benliğini unutmaya çalışır. Kâbe tavaf edilir. Bütün günü ulvi düşüncelerle geçirmek üzere Mekke civarındaki Arafat'a gidilir. Daha sonra Müzdelife'de gecelenir, oradan Mina'ya geçilir. Şeytan taşlanır, kurban kesilir. Mekke'ye dönülür. Kâbe tavaf edilir. Safa ve Merve tepeleri arasında yedi kere hafif koşu şeklinde gidilip gelinir.
Bu duygu ve düşüncelerle Hac görevini yerine getiren kimse adeta yeni ve daha güzel bir hayata doğar. O şeytan taşlarken kendisinde var olan nefsaniyeti, büyüklenmeyi ve süfli duyguları taşlayıp ezdiğine inanır. Böylece tertemiz hale geldikten sonra Kâbe’yi tavaf etmesini, arşın etrafında dönen meleklere benzetir yani adeta melekleşir. Bu arada arz etmeden geçmeyelim ki aslolan gönül Kâbe’sini tavaf etmektir dostlar.
Hac ibadetinin asıl amacı; enaniyetinden kurtulup varlığını Rabbine teslim etmektir. Yunus Emre Hazretleri ne de güzel buyuruyor: "Aksakallı Pir Koca bilmez ki hali nice / Emek vermesin hacca bir gönül yıkar ise." Tefekkürlerinize sunuyorum.
Hac’cın en önemli rükünlerinden biri olan vakfeye durma mekânı olan Arafat ile ilgili şunlar anlatılır: Hz. Âdem (as.) ile Havva anamız, Cennet'ten uzaklaştıkları zaman kaybolmuşlardı, birbirlerini arıyorlardı. Yalnızlık içindeydiler. Nihayet Allah'ın lütfuyla Arafat'ta buluştular, hasretle birbirlerine kavuştular. Müslümanlar, Âdem’le Havva'nın torunları olarak Arafat'taki vakfe sırasında, sanki o günleri hatırlarcasına, Allah'a minnet ve şükranlarını sunarlar. Dua ve niyazda bulunurlar, O'na daha içten yönelirler ve adeta ilahi varlıkta kaybolmak isterler.
Şeytan taşlamayla ilgili olarak anlatılan da şudur dostlar: Hz. İbrahim (as.) Allah'tan başka kimseyi sevmediği iddiasına ve bilgisine sahipti. Aslında bu düşünce çok güzel ve her mü'minde bulunması gereken bir tavırdır. Ama insanoğlu beşerdir, iyi niyetine rağmen her zaman istenen olgunluk seviyesine ulaşamaz. Mutlak kemal sahibi olmak Cenab-ı Hakk’a mahsustur. Peygamber dahi olsa Yüce Allah (cc.) Hz. İbrahim'i vaadi üzerine imtihan etmek için kendisinden sevgili oğlu İsmail’i kurban etmesini istemiştir. Hazreti İbrahim (as.) ve ailesi bu çetin imtihandan başarı ile çıkmasını bilmişlerdir.
Şeytan, kararından caydırmak üzere evvela Hz. İbrahim (as.) gelir, sonra kocasını vazgeçirsin diye Hz. Hacer validemize. Son olarak da kurban olmayı reddetmesi için çocuğun, yani bizzat Hz. İsmail'in yanına gelir. Her biri de onu taşlayarak yanlarından kovarlar. İşte bu olayın Mina'da cereyan ettiği söylenir.
Hayattaki şeytani vesveselere karşı her birimizin içimizdeki kendi şeytanımıza karşı bir kararlılık gösterisi olarak, orada sembolik bir şekilde taşlama işlemi tekrarlanır.
Safa ve Merve tepeleri arasında yedi defa koşmanın, yani "sa'y"ın tarihi hatırasıyla alakalı olarak anlatılanlar şunlardır: Rivayete göre Hz. İbrahim (as.), eşi Hacer validemizi küçük bebeği İsmail ile birlikte, Mekke'nin o zamanlar çöl olan bu bölgesine bırakıp gitmişti.
Çok geçmeden yanlarındaki su bitince, Hz. Hacer yavrusuna su bulmak için, annelik sevgisi ve şefkatiyle sağa sola koşturup durduğunda, su anlamına gelen bereketli “Zemzem” ortaya çıktı. Hazreti Hacer validemizin annelik şefkat ve sevgisine, bu ulvi hisse saygı duymak, Cenab-ı Hakk’ın merhamet ve lütfuna şükretmek için; Hac sırasında benzeri hareketler, Hz. Hacer validemizin koştuğu yerlerde de tekrarlanır.
Kâbe'nin çevresindeki tavafı, tasavvufi ifadeyle; daha çok kendi içimizde derinleşme hedefli bir seyahatin ifadesi sayılan "seyrfillah"a benzetebiliriz. Buradan hareketle sa'y mahallindeki gidip gelmeleri, halktan Hakk'a, Hak'tan halka uruc ve nüzulün unvanı olan "seyr illallah", "seyrminallah" manalarıyla yorumlamak mümkündür. Safa-Merve arasındaki gelip gitmeleri de aynı şekilde değerlendirebiliriz.
Sonuç olarak; Hac ibadeti, yerine getiren kişiyi ruhunda bulunan tüm kötülüklerden arındırır ve günahlarından tövbe ettirir. Hac, Allah ile yakınlaşmanın ve O’nun kulu olduğunu hatırlamanın en etkili yollarındandır. Kur’an-ı Kerim’in indiği, Hazreti Muhammed Mustafa Efendimizin (sav.) yaşadığı kutsal topraklarda maneviyat yükselir ve Hac ibadetinin yerine getiren Müslüman, Allah ile bir bağ kurduğunu hissederek Hac’cını tamamlar. Ne mutlu Hac’cını tamamlayanlara!..
Rabbim, Hac ibadetini tamamlayan kullarının Haccını makbul ve mebrur eylesin. Rabbim gidemeyenlere de nasip etsin.
Rabbim, cümlemizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 04 Ocak 2022