Halvet; sözlük anlamı olarak tenhaya çekilme, yalnız kalma, inzivaya çekilme manalarına gelse de tasavvufta Hak ile ülfet ve buluşmaya denir. Halvetilikte ise” Ezeli ervahta Nur-i Muhammedi ile beraber olmaya “halvet” denir.
Değerli dostlar! Allah’a inanıp iman eden kullar, zaman zaman hem Rabbini hem de kendi asliyetini merak edip derin düşünce ve tefekküre dalar. Genellikle de rahatsız edilmemek için tenhalara gider ve yalnızlığı tercih ederler.
Halvet geleneği Hz. Âdem’den beri birçok peygamber ile sürdürülmüş olsa da bunun en güzel örneği Cenab-ı Resulullah’ın peygamberliğinden önceki yıllarda görülür. Cenab-ı Resulullah Efendimizin; zaman zaman Cebel-i Rahmet dediğimiz Hira dağına çıkıp günlerce yalnız kaldığını, tefekküre daldığını, burada kendilerine birçok sırrın, hikmet ve nimetin ihsan edildiğini siyer kitaplarından okuyup öğreniyoruz. Bunların en sonuncusu da Cebrail (as.) vasıtası ile Peygamberlikle müjdelenip Kur’an’ın ilk ayetleri inzal olunca sadrının genişlemesi ve Hak ile dolmasıdır.
Cenab-ı Resulullah’ın açtığı bu kapıdan günümüze kadar birçok Ehlullah, dervişan ve mümin kullar aşk ile girip, türlü hikmetler ile nasiplenmişlerdir. Allah’ın mümin kulları Ramazan ayını rahmet ve ganimet ayı bilip Ramazan’ın son on gününde kendilerini camilere kapatır, az yeme, az uyuma ve az konuşma ile bol bol zikretme, ibadet etme ve Kur’an okuma ile itikâfa çekilirler ki bunun özü halvettir.
Osmanlı dönemi ve öncesinde de birçok dergâh ve asitanelerde de mürşit ve onun uygun gördüğü müritleri de çilehane denilen hücrelere kapanır, dünya kelamı konuşmadan zikir, tefekkür ve ibadetle kırk gün uzlete çekilirlerdi.
İsevi, Musevi hatta Budizm’de dahi bu gelenek devam eder. Kendilerini dağlardaki manastırlara kapatıp inzivaya çekilirler ve Allah’ın ihsanlarına ermek için dua ederler. Halvete çekilen kim olursa olsun, halvetin özü hep aynıdır. Az yemek, az uyumak, az konuşmak; bol zikir, bol tefekkür ve bol ibadettir.
Halveti Tarikatinin Piri Ömer-el Halveti Hazretleri halvet adabının yaygınlaşmasında birçok meşayıh dervişanına örnek olup dervişliğe yeni kapılar, yeni ufuklar açmıştır. Hatta Halveti’lik üç kıtaya yayılıp halka hizmeti, Cenab-ı Resulullah sevgisini, ilm-i ledün hikmetini, edep, adap ve ahlâkı anlatıp, müntesiplerinin ufkunu genişletmişlerdir. Sayısız derviş ve mürşidin yetişmelerine vesile olmuşlardır.
Günümüzde halvet:
Sultanımız Abdul Kadir Sebati Efendimize (himmetleri daim olsun) dervişan sorar: “Efendim eskiden Mürşitlerin çilehaneleri varmış. Sık sık orada inzivaya çekilip halvete girerlermiş. Sizin çilehaneniz nerededir?
Efendim cevaben buyurmuşlar ki: “Evladım! Biz çilemizi halk içinde tamamlıyoruz, halvete böyle giriyoruz.” Bu hakikaten zor bir iştir. Halk içinde Hak ile olmak, halk içinde Rabbini zikretmek… Halk içinde vuslata ermek!..
Bunu biraz açalım: Halveti Ramazan-i yol ve erkânının fena meratiplerinde Fena-i Ef-al, Fena-i Sıfat ve Fena-i Zat tabirleri vardır. Bunlar ehline malumdur. Günümüzde kırk gün inzivaya çekilip aç durmak, konuşmamak neredeyse imkânsızdır. Kişinin çalışıp maişetini kazanması elzemdir. Bundan dolayı da Ehlullah müritlerine böyle halk içinde halvet etme imkânı sunmuştur.
Halk içinde halvet:
Sen kendinin fani olduğunu bil, Rabbini özünde kabul et. O’nun izni olmadan hiçbir şey yapamayacağının arifi ol, kendini Hak’tan ayrı görme. Halk içinde elin kârda, gönlün Yar’da olsun. Eğer böyle tefekkür edersen sana hakikat yolu, ilim irfan yolu, aşk, sevgi ve muhabbet yolu, zevk-i İlahi yolu açılır ve ihsan edilir.
Failin, mevsufun, mevcudun İllallah olduğunun şuhuduna eren salik için gayri ve zanni akıla ihtiyaç kalmamıştır. Bütün tereddütleri kalkmış, şüpheye mahal vermeyecek şekilde cuz-i olan aklını kül (Rab) olana bağlamıştır. Artık sa lik için ayrı gayrı yoktur. Tüm varlıklar hep bir olmuş, kâinatta İllallah’tan başka bir şey kalmamıştır.
Allah’ın ulûhiyet mertebesinde kendisinden başka hiçbir şey yoktur. Kendisini Zahir esması ile izhar ettiği zaman, adına kâinat (âlem) denilmiştir. Ve bu kâinatta Hakk’ın ef-alinden, kudretinden ve ilminden başka bir şey yoktur. Her şey O’nun kudretiyle, ilmiyle ve fiilleriyle meydana gelir. İnsan da buna dâhildir.
Bu sırra vakıf olan salik, halk içinde az konuşur (nefsinden bir şey söylemez), az uyur (delalete düşmemeye gayret eder), az yer (kendisinin olmadığı, kendisini tevhitten uzaklaştıracak hiçbir şeye tenezzül etmez). Kelamı, Hak kelamı olmuştur. Ondan Hak konuşur, diğer azaları da böyledir. Gerisini gelin Yunus’tan dinleyelim:
Hakk’a âşık olan kişi akar gözlerinden yaşı
Pür Nur olur içi dışı söyler Allah deyu deyu
Hakk’ı her yerde arayıp zikredene ilahi bir farkındalık kapısı açılır. O kula Hak’tan davet gelir “Ey imanın huzuruna kavuşmuş, mutmain olan insan! Sen Rabbinden razı, O’da senden razı olarak dön Rabbine. Has kullarımın arasına katıl, gir cennetime!” (bkz. Fecr, 27-30)
Değerli dostlar! Unutmayalım ki ihsan edilen tüm bu güzellikler, bir Mürşid-i Kâmil terbiyesinden geçmeden ihsan edilmez. Çünkü Rabbimin emri böyledir. “Siz bilemezseniz ehlinden talim ediniz.” (bkz. Enbiya, 7)
Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.
İçeride bir has oda yeri samur döşeli;
Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.
Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,
Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez.
Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, top yekün?
Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.
Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;
Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez.
Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berheva;
Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.
Geçitlerin, kilitlerin yalnız O’nda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez.!
Necip Fazıl Kısakürek
Rabbim, cümlemizin Yar ve Yareni olsun. Selam ve dua ile kalınız.
Enver EFE
İstanbul, 26 Mayıs 2021