“Secde et, yaklaş!” (bkz. Alâk, 19)
Değerli dostlar! Bu ayet; Allah’ı merak edenlere, kendini merak edenlere, kâinattaki kusursuzluğu merak edenlere Allah’ın emridir. “Secde et, yaklaş!”
Sen Hakk’ı merak edip tefekkür ediyorsan Hak da seni kendisine yaklaştıracak sebepler halk eder. Bu bazen bir söz, bazen okuduğun bir kitap, bazen de gördüğün bir tecelli olur. Her ne olursa olsun tüm bunlar seni ehli insana yani Mürşide götürür. Çünkü insan, bu koskoca evrende Hakk’ın sır yolculuğuna kendi başına çıkamaz. Çıksa bile delilsiz, sebepsiz, ustasız vuslata eremez. Çünkü nereye gideceğini, kimi bulacağını bilemez. Bulsa bile tanıyamaz.
Atalar sözüdür: “Ustasız meslek haramdır.” Ataların sözünü dinlemek gerek. “Secde et, yaklaş” ayeti bize itaati, ustaya imanı, güvenip teslim olmayı emreder. Secdeden murat; onu her şeyi ile gönülde kabul etmektir. Çünkü İnsan-ı Kâmil’in kemalâtını idrak etmek gerekir.
Ebu’l Hasan-ı Harakân-i Hazretleri buyurur ki: “ Eğer benim hakikatimi bilseydiniz, bana secde ederdiniz.” Hakikatte secde, Mürşit’in verdiği tevhit dersine itaattir.
Verdiği derse çalışmaktır. “Secde et yaklaş” ayetinin bir manası da budur.
Mürşide teslim olmanın tek şartı, aklını (eski bildiklerini) devre dışı bırakmaktır. Yunus Emre buna, “ Bu akıl fikr ile Mevlam bulunmaz.” der. Üç türlü akıl vardır: 1- Aklı maaş: Dünya geçimine dönük olan akıl, 2- Aklı maad: Ahiret işlerine dönük olan akıl, 3- Aklı Kâmil: Kemale ermiş, gönle dönük akıl. Bu akıl mürşidi dinleyen, O’na itaat eden akıldır.
Eski bildiklerini unut, mürşidine tabi ol. Aklı mat eyleyip kâmil de birleştir ki önceden bildiklerin sana perde olmasın. Çünkü Mürşit sana ne tavsiye ederse eski bildiklerinle mukayese eder, kendine göre doğru-yanlış diye tefrik edersin. Unutmayalım ki mukayese iblisin işidir.
Namazın her rekâtında okuduğumuz Fatiha suresinde, kul Rabbine niyaz eder: “Bizi hidayet ettiklerinin yoluna ulaştır!” Seni hidayete ulaştıracak olan da Allah’ın Hadi esmasına mazhar olan gerçek Mürşit’tir.
Sen, sen ol; “Ölmezden evvel ölünüz ki, bir daha ölüm görmeyesin” hadisinin sırrına er. Bu sırr-ı İlahi’dir ki ilahileşmiş olan bir mazhardan tahsil edilir. Mürşit nefesi olmayan kişi, bu sırra vakıf olamaz. Mürşitten inabe al, gerçeği idrak et. Sonra tefekkür et, gönlüne dön. Orada kendi gerçeğine, kendi hakikat sırrına vakıf ol. Olacak olan sensin. Gönlündeki zarfı aç, içindeki gerçeği çıkar, ezeli ve ebedi olanı gör. Niyazi Mısri Hazretlerinin “Bahr içinde katreyim, bahr oldu umman bana!” adlı ilahisinde buyurduğu gibi kendi gerçeğine olan seyirde, hakikat sırrına ermenin neşv ü nemasını idrak et.
Mürşit sana eşyanın hakikatini öğretir. Hakikat olan ise Hak’tır. Çünkü O her an başka bir şe’endedir. (bkz. Rahman, 29) Görülen tüm suretlere (eşya) bir isim buluruz ama o eşyaların batını Hak’tır. Unutma, senin de kendine has bir ismin vardır ama isminin manasını tefekkür ettiğinde o isim de muhakkak Allah’ın bir esmasıdır. Senin suretin insan olsa da siretin (özün) Hak’tır. Özünü ve kendini tanı ki yakine eresin. Niyazi Mısri Hazretleri ‘Suretimde nem var benim, siretimdedir madenim’ derken insanın Hak varlığından ayrı bir varlık olmadığını anlatıyor. Bunu sana öğretecek, bildirecek ve bulduracak olan ancak Mürşit’indir. Bu sırra erdiğin zaman özüne dönmeye, özünü bilmeye, özüne benzemeye başlarsın.
Değerli dostlar! Hep söyleriz tevhide erelim, tevhit olalım diye. Ama bilelim ki tevhit olmak iki benzeyenin birbirleriyle birleşmesinden olur. İki benzeyen birbirlerine yakın ise aradaki sınırı kaldırmakla (benlik kabuğunu kırmak) tevhit olur. Yakin olmak için senin nam-ı nişanını, isminin cismini, aklını fikrini, dinini imanını, malını mülkünü velhasıl sana ait olan benimdir diye kabullenip sahiplendiğin ne varsa senden isterler. Bunların bitamamını ef-al’inle, sıfatınla, vücudunla sahibine (Hakk’a) nisbet edebilirsen Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerif’te buyurduğu gibi “Emrolundu Ya Muhammed gel beru” hitabı sana da gelir.
Değerli dostlar! Yakine ermek için Rabbim cümlemizin yar ve yareni olsun. Selâm ve dua ile kalınız.
Enver EFE
İstanbul, 30 Mart 2021