Günümüz Türkçesinde insanların kendileri için kullandıkları her türlü araç gerece “eşya” denir. Yine bizlerin günlük yaşantılarımızda karşılaştığımız ilginç olaylara, isim bulamadığımız, hatırlayamadığımız, görüp de tarif edemediğimiz, bilip de anlatamadığımız veya yaşayıp da açıklayamadığımız her türlü olguya “şey” deriz.
Örnek vermek gerekirse; “Başıma ilginç bir şey geldi” veya “dostluk öyle bir şeydir ki” cümlelerinde olduğu gibi anlatamadıklarımızın hepsine “şey” deriz. Bununla beraber “eşya” bu “şey”lerin çoğuludur.
Cenab-ı Hak Kur-an’ı Kerim’de Hz. İbrahim’in (as.) lisanından “Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır.” diye buyuruyor. (En’am-80) Bu “şey”lerin içinde biz de varız. Sevgili Peygamberimiz: “Kendini bilen Rabbini bilir.” diye buyururlarken, Rabbimizin bizden gayrı bir varlık olmadığını buyuruyor aslında.
Vuslat, sevenin sevdiğine kavuşması demektir. Bu kavuşmayı fiziki şartlar altında düşünenler avam-ı nastır. Âşık ise vuslatı kendinden kendine bir mana yolculuğu olarak yapar. Bu yolculuğun sonundaki kavuşmaya tasavvuf da vuslat veya visale ermek denir. Bu vuslatın buluşma noktası, dervişin kalbi olduğuna göre, insan Rabbini daima kalbinde tefekkür edip zevk duyacaktır.
Âşık, şayet Rabbini dışarıdaki “şey”lerde ararsa bu onun ayıbıdır, gafletidir, şirkidir. Nitekim Mecnun yıllarca Leyla’yı çöllerde (dışarıda) arayıp sormasına rağmen vuslat mümkün olmazken, ne zaman ki Leyla’nın kendisinden ayrı olmadığının arifi olup, bundan da zevk duymaya başlamıştır, işte o zaman onun aslında kendisinden ayrı olmadığını anlamıştır. Başkaları Mecnun’u sınamak maksadı ile “Leyla için kolunu keser misin?” diye sorduklarında, tereddütsüz satırı tam koluna vuracak iken “kolum Leyla olmuş” demesi boşuna değildir.
Bülbül gülün yaprağında çiğdeminden beslenir
Gül kokusun bade yapıp sermest olur zevklenir
Vuslatının özlemiyle, hasretinle demlenir
Her bir kadeh sen olursun Billah Sultan aşkına
Ekber-ül Turabi
Kur’an-ı Kerim, Cenab-ı Resulullah’ta bir bütün olduğu halde nasıl ki yirmi üç yılda ayet ayet inip nüzulûnü tamamladı ise Mürşid-i Kâmil’in sohbetlerinin aşığı kademe kademe olgunlaştırması ve kemale erdirmesi için belli bir zamanın geçmesi gerekir.
Sevgili Peygamberim “Rabbimi Rabbimle bildim” diye buyururlarken, bizler bilinecek, görülecek ve âşık olunacak bir Allah olduğunun arifi olacağız. Bunun içinde kendimizdeki bütün “şey”lerimizde Hakk’ı bilmeye ve görmeye çalışacağız. Seyr-i sülûkümüzde bu bilip tanıma gayretlerinde bizlere öğretilen ve talim ettirilen her “şey” de fail-i mutlak olanın Hak olduğunun arifi olacağız.
Çeşmelerde bardağın doldurmadan kor isen
Bin yıl da dursa dahi kendi dolası değil
(Yunus Emre)
Bu Hak yolculuğunda Hakk’ı bilip tanımak istiyorsak, biz talip olacağız, biz gayret edeceğiz, biz tabi olacağız, biz sevip âşık olacağız. Bizden gayret olmasa, Hak’tan hidayet olmaz unutmayalım. Ve sonunda anlayacağız ki bizden gayret eden de Hak imiş.
Bundan dolayıdır ki Mürşid-i Kâmiller, Allah’a âşık olup O’nu arayıp bulmak isteyenlere Hakk’ı ef’aliyle, sıfatıyla, zatıyla anlatmaya çalışırken aslında tüm bu “şey”lerin bir tamamının bizden gayri olmadığını söylüyor. Bizler kendi vücudumuzdaki hareketliliğinn(Lâ faile İllallah), kendimizdeki güzelliğin (Lâ mevsufe İllallah), vücudumuzdaki var olanın (Lâ mevcude İllallah) olduğunun arifi olacağız ki bizdeki ve âlemlerdeki tüm bu “şey”lerin hakikatinin Hak olduğu nu müşahede edelim. Çünkü her “şey”in aslı Allah’tır.
Rabbim, kendimizi ve Rabbimizi arayıp bulma ve tanıma yolculuğumuzda cümlemizin yar ve yardımcısı olsun.
Enver EFE
İstanbul, 28 Nisan 2019