Örneğin bazı anneler ‘daha var, zamanı geldiğinde kulluğunu ifa eder’ diyor. Annenin burada kastettiği zaman farklı bir zaman. O, kızının oğlunun içinden geleceği, kendi isteyeceği zamanı kastediyor. Tabi ki içinden gelecek tabi ki kendi isteyecek. Zira kul hatırına secde olmaz. Kul hatırına kulluk olmaz. Kulluk, ancak Allah için olacak ve gönüllü olacak.
Bizler, bu noktada sadece anlatacağız ve sevdireceğiz. Daha zamanın var olduğunu nereden biliyorsun? Buradaki ölçü ne? Burada ölçü, Kur’an olmalı. Peki Kur’an’a göre zamanına daha ne kadar var? Kur’an-ı Kerim'e göre zaman, çoktan geçmiş bile. İnşallah zaman geçmeden, zamandan istifade eden ve ânı yaşayanlardan olalım.
Tabii sırf çocuklarda da takılıp kalmayalım. Bizler, önce aile içinde sonra da toplum içerisinde ilişki halinde olduğumuz kişilerle olan ilişkimizi Cenâb-ı Rasulullah ile olan ilişkinin provası gibi kabul edelim. Kulluğumuzun, ümmetliğimizin ve ihvanlığımızın mülakatı olarak kabul edelim.
Bu noktada insan, hayatı seyretmeye ve okumaya başlarsa hayatı mülakat gibi kabul edip de yaşamaya kalkarsa o insanın yaşantısı ibadet olur, kemaline vesile olur. Malumunuz kulluğun necatı, teslimiyettir. Allah ve Rasulü’nün sevgisidir. Namazdır, zira namazsız hiçbir şey olmaz. İnsanın kulluk sermayesi, namaz öncelikli yapılan teslimiyet ve insanlarla olan ünsiyettir.
Bizler çoluk çocuğumuza ve etrafımıza, sadece Allah'ın kulu olduğumuzu ve bizim için sadece Allah'ın, Rasulullah'ın ve Ehlibeytin sevgi ve rızasının önemli olduğunu yansıtmalıyız. İnsanın namaz kılmasından ziyade evladının ve etrafının namaz kılmasını; Kur’an okumasından ziyade evladının ve etrafının Kur’an okumuş olmasını; hayatı kulca yaşamış olmasından ziyade evladının ve etrafının kulca yaşamış olmasını kendine dert edinmesi, daha eftaldir.
Bizler, ailemizden ve etrafımızdan mesulüz. Bizler, emr-i bil maruf olarak elimizden geleni yapalım. Bizler tebliğimizi önce halimizle yapalım ki bu aleme İslam'ın devamı olan zürriyetlerin ve nesillerin gelmesine vesile olalım. Tebliğ söz ile olursa takdir bulur, hal ile olursa alıcı bulur.
Yoksa namazsız, abdestsiz, Rabbini bilmeyen, ikilik içerisinde, şirk batağında yaşayan nesillerin sebebi olmuş oluruz. Ayet-i kerime ‘‘Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.’’ (Bkz.Tahrim,6) Diye bizleri ikaz etmektedir.
Ayet-i kerimede geçen ateşten korumaktan kasıt, anne ve babaların İslâmî terbiye ile çocuklarının hem dünyadaki hem de ahiretteki hayatlarını ateşten korumuş olmalarıdır. Bir evde dinî bilgilerin öğretilmesinden kılık kıyafet eğitimine, güzel ahlâktan hayata dair adab-ı muaşerete ve enetemüm ahlaka kadar her şey öğretilmelidir. Aile reisi olarak baba, ailesine İslâm’ın uygun gördüğü ölçüleri sevdirmeli ve çocuklarını ona göre yetiştirmelidir.
Bu noktada anne ve babaların çocukları için yapacakları en değerli şey, eşler olarak birbirlerini çok sevmeleri ve birbirlerine değer vermeleridir. Zira çocuklardaki sevme değer verme ve güven duyguları küçük yaşlarda aile içerisinde oluşur.
Çocuklarımızı kötü huylar edinmeden eğitmeye başlamalıyız. Onlara ilk olarak ahlak eğitimi vermeliyiz. Bu da çocuğumuzu ona kötü örnek olacak arkadaşlardan uzaklaştırıp iyi örnek olacak arkadaşlarla oynamasını sağlayarak ve onu iyi davranışlara teşvik ederek olur. Fahr-i Kâinat Efendimiz: “Kişi, dostunun dini üzerinedir.’’ diye buyurmuştur.
O halde herkes, çocuğunun kiminle dostluk ettiğine iyi bakmalıdır. Çocuklarımızı kötü arkadaşlardan muhafaza etmenin, çok önemli olduğu unutulmamalıdır. Dost ve arkadaş seçimi, insanın en ciddi tercihlerinden biridir. Zira ahlak saridir yani bulaşıcıdır. Bu nedenle arkadaş seçiminde çok dikkatli olunması gerekir.
Alemlere rahmet Fahr-i Kâinat Efendimiz ve O’nun vârisleri, gençlere büyük önem vermişlerdir. Neslin elinden tutmak ve onları geleceğe hazırlamak, en önemli hedeflerimizden biri olmalıdır. Çocuklarına sahip çıkmayan toplumlar, bunun bedelini çok ağır bir şekilde hem madden hem de manen öderler.
İmam Gazâlî gençliğe şöyle buyuruyor: “Ey oğul! Eğer bir insanın ömrünün bir saati, Hakk’ın rızasının dışında geçerse o kimse bu bir saati için uzun süre pişmanlık çekecektir.” Çocuklarımıza sahip çıkmak, onlara merhamet göstermektir. Böylece onları, yaşları icabı farkında olmadıkları tehlikelerden koruyabiliriz. Fahr-i Kâinat Efendimiz: “Küçüklere merhamet etmeyen bizden değildir.” diye buyurmuştur.
Çocuklarımızı yarınlara ve en önemlisi de ebedi hayata hazırlamak, onlara merhamet etmektir. Bu noktada hem anneye ve babaya hem de bütün büyüklere görev düşüyor. Hadis-i şerifte Efendimiz: “Hepiniz birer çobansınız ve her biriniz sürünüzden sorumlusunuz.’’ diye buyurmuştur.
Cenab-ı Mevlâ, çocuklarımızı bize emanet olarak vermiştir. Bize düşen görev, çocuklarımızın tertemiz fıtratının kirlenmesine engel olmak ve onları maddi manevi her türlü tehlikeden korumaktır.
Abdullah b. Mesud da: “Salih bir kimseyle oturan, misk taşıyan biriyle oturan gibidir. Bu kimse sana misk vermese de onun kokusu sana siner. Kötü kimseyle beraber olan kişi ise tandırcı ile oturan kimse gibidir. Her ne kadar onun ocağından çıkacak ateş elbiseni yakmayacak olsa bile dumanı üstüne siner.” diye buyurmuştur.
Bu noktada günümüzde çocuklarımızı muhafaza edeceğimiz şeylerden biri de internettir. Aslında hayatımıza birçok kolaylık getiren ve büyük bir nimet olan internet, doğru kullanılmadığında son derece zararlı olabilir. Hem aile içi iletişimin kaybedilmesine hem de pek çok yanlışa düşmeye sebep olabilir. Bu konu bütün ülkelerin öncelikli sorunudur.
Ali BEKTAŞ
İstanbul, 26 Mart 2019