“Derviş-i Sultan Dil” söylemi, Farsça bir kelime olup Peygamber Efendimize münhasır bir kibar-i kelamdır. Sultan, gönüllü fakir demektir. Peygamberimizin serveti olmadığı halde, fevkalade ihsanını, kalp zenginliğini, herkese olan cömertliğini ifade edebilmek adına, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimize ‘’DERVİŞ-İ SULTAN ‘’ hitabı uygun mülahaza edilmiştir.
Derviş kelimesi Farsça lügatlarda; kapı eşiği, kapı eşiğinde duran, kapı, kapı dolaşıp dilenen, geçimini ve ihtiyacını bir kapıdan temin eden kişi manalarına gelir. Bu tabir, tasavvuf öğretisinde önemli bir yere sahiptir.
Benlik şirkinden kurtulan, marifet ve Hakk'a açılan kurbiyyet kapısının eşiği anlamına da gelen, hak kapısının eşiğinde daim niyazda olan, nefsine arif olmakla her tecelliyi Hakk'la bilip Hakk'la idrak etmeye çalışan, Hakk yolunun hakkını vermek üzere azimle gayret gösteren, malını, mülkünü, varlığını, sevgilisi uğruna terk eden, bütün benliklerinden kurtulup Rabbi ile müşerref olan kimseler dervişlik mazbatasını Rabbinden almıştır, elhamdulillah. İşte derviş budur, ‘’DERVİŞ-İ SULTAN’’ budur.
Derviş ve dervişlik hakkındaki ifadeleri, dikkatlerinize sunmamız gerekirse derviş; sadece Hakk'ın cemali ve rızası için nefsini terbiye etme gayretinde olan kişilerdir.
Vazifeli sahabeler ile birlikte, Resululah Sav. Efendimizin sohbetinden hiç ayrılmayan kimseler de olurdu. Bu kişilerin, maddi ve manevi terbiyeleri itibariyle, peygamberimiz Sav. Efendimizin uhdesinde olan kişilerdi ve ashab-ı suffe olarak isimlendirilmişlerdi. Efendimizin mübarek ravzasında dergah adabına uygun bir halde, kendilerine ayrılan özel mahalde beklerlerdi, kalk demeden kalkmazlar, ikram edilmeden bir şey yemezlerdi. İşte dervişlik böyle bir şey…
Derviş, Cenab-ı Hakk’ın kapısında herşeyini terk edip, yokluğunu sevinç kaynağı olarak görüp, rıza kapısında kendisine verilen sebat ve muhabbetle beklemeye başlar. Bu hali ile hiç bir şeyi kalmamış, el açıp dilenen dilenciye benzer. Her şeyini bırakmış, kapıdan kendisine ne verilirse kabul edecek vaziyette bekler.
Allah yolunun fukarası olan dervişler, kendilerinde bir varlık görmediklerinden vaki olacak tecelliyatlar karşısında, neden, niçin gibi suallerden uzak dururlar. Dervişin diğer bir özelliğide, lütuf, ihsan, ve ikram ile kahır, musibet ve belayı ayrı görmeyip bunların Cenab-ı Hakk'tan gelen tecelliler olarak kabul ederler.
Aşk, kendinden başka her şeyi yok ettiği için malını, mülkünü, varlığını ilahi aşk yolunda harcamış, rıza kapısında tamamıyla yok olarak benlikten sıyrılmıştır derviş.
Hz. Ali (r.a.) Efendimiz: "Her ne ki seni Rabbinden, Rabbinin sevgisinden ve zikrinden alıkoyar, uzaklaştırır işte o senin dünyandır." diyerek tanımlar. Yine Hz. Mevlana: "Dünya nimetleri bir deniz, kalp ve ruh ise gemi gibidir.’’ diye buyurur.
Sonuç olarak; buraya kadar anlatılan fiillerin tamamı zaten her müminde, her insanda olması gereken güzel ahlaktır. Her insan bu ahlaki güzellikleri, Rabbi için kendi hayatına, dolayısı nefsine tatbik eden kişidir. İmam Cafer-i Sadık buyuruyor ki: " Nefs-i için seyr-ü sülük edene dünyalığı verilir. Allah için seyr-ü sülük edene, Allah (c.c.) zatını ikram eder.’’ diye buyurmaktadır.
Rabb’im cümlemizi ve cümle ümmeti müslümanı hakikatine ulaşanlardan eylesin.
Rabbim cümlemizi DERVİŞ’lik hırkasını giyenlerden eylesin.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 15 Ocak 2019