Vahdaniyet deryasında gördüğümüz alem, Allah (c.c.)’ın isim ve sıfatlarının bir bütünüdür. Mutlak varlık olan Allah (c.c.)’tır. Ancak gölge olarak adlandırabileceğimiz bu isim ve sıfatlar hayali olup, gerçek varlıkları bulunmadığı için hakikatte var olan sadece Allah (c.c.)’tır. Şu hususu çok iyi zevk etmeliyiz ki Allah’ın sıfatları, Zat’ına münhasırdır.
Değerli dostlar; aşk tasavvufta önemli bir yer işgal etmektedir. Diyebiliriz ki tasavvufun temeli aşktır. Tıpkı Sokrates’in aşk konusunda söylediği gibi; “Aşk, insan ruhunun ilahi güzelliğe duyduğu açlıktır.’’
Hakikatte Yaratan ile yaratılan arasında ayrılık yoktur. Birisi yaratan diğeri yaratılandır. Çünkü Allah’tan başka varlık yoktur ve insan Allah’tan gelmiştir, yine Allah’a dönecektir. (Bkz. Bakara, 156)
Bunun için de izdırari ölümü beklemeye gerek yoktur. Benliğini istila eden nefsini terbiye ederek nefsi mutmainneye ulaşıp, tasavvufta ‘‘Hakikat’’ adı verilen değişmezliğe ulaşmayı gaye edinmek birinci önceliğimiz olmalıdır ki ezeldeki birliğe ulaşmış olabilelim.
İlm-i hakikate ulaşmanın ana esasları; kafanda ne varsa atmak, elinde ne varsa dağıtmak, önüne ne çıkarsa çıksın ona yüz çevirmemektir. Yani zihni kötü düşüncelerden arındırmak, cömert olup başkalarına ikramda bulunmak, karşına ne çeşit insan çıkarsa çıksın (iyi-kötü, güzel-çirkin, kadın-erkek, dinli-dinsiz, siyah-beyaz) hepsine iyi nazarla bakabilmektir.
Hakikate ulaşmanın üç temel esası zikir, sabır, şükürdür. Yani Yaratanı sık sık anmak ve gaflette bulunmamak, başına gelen belalara, kazalara ve olumlu-olumsuz tecelliyatlara sabretmek, Allah (c.c.)’ın verdiği nimetlere şükretmek ve nankörlük etmemektir.
Tasavvufta ikilik yoktur, birlik vardır. Yani hiçbir şey yoktur, yalnız Allah vardır. Fenafillah, kulun Allah’ta yok olmasıdır. İkilik ortadan kalkıp birliğe ulaşılınca, Rabbim her yerde yüzünü gösterir. Gökteki her yıldızdan parlar, tabiattaki her çiçekten bakar, her güzel yüzde gülümser, her tatlı sesten hitap eder. Her şeyde Allah görünür ve kâinatta O’ndan başka hiçbir şey de görünmez, sadece O gözükür.
Ehl-i hakikat yolcularının amacı; dünya menfaatlerinden istifade etmek veya cennete girmek için değil, sadece Rablerine çok sevdikleri için ibadet etmek yani kulluk olmaktır. Bu hal üzere olan bir insanın felsefesi şudur: ‘’Allah bizi ister cennetine koyar ister cehennemine, bu tamamen Cenab-ı Hakk’ın bileceği bir iştir.’’
Nitekim kadın erenlerden Rabia Sultan’ın duasından konuyu daha iyi anlayacağımızı düşünerek arz etmeyi uygun mülahaza ediyorum. Şöyle dua etmiştir Rabia Sultan;: “Allah’ım, sana cehennemden korkarak ibadet ediyorsam, beni cehennem ateşinde yak yahut cenneti özleyerek Sana ibadet ediyorsam cennetini bana haram kıl. Yalnız Seni sevdiğimden dolayı Sana ibadet ediyorsam, beni ezeli cemalinden mahrum etme ya Rabbi!”
Allah (c.c.) ezel ve ebeddir, O’nun dışındaki varlıklar zamanla yok olacaklardır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “O’nun zatından başka her şey helak olacaktır.’’(Kasas:88) Sultanımızın da buyurduğu üzere: “Damlanın deryada yok olduğu gibi dervişlik mazbatasını alan her salik de Rabbinde yok olmak mecburiyetindedir’’.
Malumunuz olduğu üzere Allah (c.c.) kendi sanatını ve sıfatını göstermeyi arzu edince kâinatı yarattı. Kendi zatını göstermek isteyince de Adem’i kendi suretinde yarattı. Kime, niçin, neden kulluk ettiğimizi bu cümleden daha iyi anlayacağımızı tefekkürlerinize arz ediyorum.
Sonuç olarak; tasavvufun aslı, ölmeden önce ölmek ve bu dünyada iken Rabbin ile iletişime geçmek, gönlü Allah sevgisi ve aşkı ile doldurmak ve böylece gerçek hayata ulaşmaktır. Çünkü insan aşka ulaştığı zaman ebedileşir, ölmez. Bir gün bu bedenden ayrılık vakti geldiğinde ruh, ölümsüzlüğe yani Rabbine kavuşmuş olacaktır.
“Niçin yaratıldım? Fani günlerin hakikati ve mahiyeti nedir? Saadet yolu hangisidir?” Velhasıl “Kimin nesiyim? Nasıl yaşamalıyım? Nasıl düşünmeliyim? Ve nasıl bu fani aleme veda etme hazırlığı içinde olmalıyım?” gibi uzayıp giden soruların cevabını arama zamanıdır diye düşünüyorum. An bu andır!..
Mevlâna Hazretlerinin veciz bir cümlesiyle yazımızı nihayetlendirelim inşallah: ‘‘NİCE İNSANLAR GÖRDÜM, ÜZERİNDE ELBİSE YOK, NİCE ELBİSELER GÖRDÜM İÇİNDE İNSAN YOK.’’
Değerli dostlar, bu fevkalade iki veciz cümleyi tefekkürlerinize arz ediyorum.
Rabbim, cümlemizi asliyetine ve hakikatine ulaşanlardan eylesin.
Rabbim, cümlemizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 20 Mayıs 2018