Derviş; Farsça'da "kapı arayan" anlamındaki "der-yüs" kelimesinden gelir. Kelimenin asıl manası, "fakir"dir. Mutasavvıflara göre dünyadan yüz çeviren, ömrünü ibadet ve riyazet ile geçiren, Allah' a yönelmiş kimselere "derviş" denir. Daha yaygın bir anlamda ise bu ad, herhangi bir tarikata mensup kimselere verilmektedir.
Derviş kelimesinin tasavvufi bir ıstılah olarak diğer bir manası da "kapı eşiği"dir. Buna göre derviş olan kişi, eşik gibi ayaklar altında çiğnense bile her şeye tahammül edebilen "gerçek, er kişi''dir. Dervişlerin kapıdan girip çıkarken eşiğe basmamaları bu yüzdendir. Ayrıca dervişler, kanaatkâr ve alçak gönüllü kimselerdir.
(Ansiklopedik İslam Lugatı)
İnsanoğlu yaptığı ibadetlerin yanı sıra Allah' a daha yakın olmak, ibadetlerinin içini doldurmak, yaptığı ibadetlerden huzur ve zevk almak, kendisinde beğenmediği bazı duygu ve düşüncelerden kurtulabilmek için kendince bir yol, bir umut ışığı arar. Bu halis ve samimi düşüncelerinden dolayı da Allah, O'nun karşısına bir vesile ile gönlünün ısınacağı, sevebileceği ve kendisine tabi olacağı bir mürşid çıkarır. Kişi, mürşidden inabe alıp Allah' ın istediği gibi bir kul olacağına dair söz verir. Bu verilen söz neticesinde Mürşidi de yetişmesi için o kişiye emek sarfeder. Talibi kendi kapasitesine göre belirli imtihanlar ile sınar. Talibin, Hak yolunda kat edeceği mesafe bu sınamaların neticesine göre olur.
Bundan sonra derviş,;malı ile, canı ile, kanı ile velhasıl herşeyi ile mürşidinin emrine girer. O'nun kendisine karşı söylediği sözleri her şeyden üstün tutar. Verilen görevleri ertelemeden ve aksatmadan en güzel şekilde yerine getirmenin gayreti içinde olur.
Bunun en güzel örneği ,Aziz Mahmut Hüdai Hazretlerinin Bursa kadısı iken derviş olması ve mürşidinin emri ile kadılığı bırakıp sokaklarda ciğer satmasıdır. Bu da yetmezmiş gibi kendisine bir de tuvalet temizleme görevi verilmesidir. İnsanın azgınlaşan nefsine karşı böyle ağır görevler verilmesinin sebebi nefsi terbiye etmenin ve kendini aciz görmenin bilincine varmaktır.
İşte buradanda anlıyoruz ki "Dervişlik teslim olmaktır!"
Rabbine teslim olan bir dervişin 'onu yaparım bunu yapmam, onu severim bunu sevmem, oraya giderim buraya gitmem' gibi pazarlıklar etme şansı yoktur. Kişi de bu tür pazarlıklar varsa kişi zaten teslim olmamıştır.
Bu manada teslim olan bir derviş, artık mürşidinin nefesini ensesinde hissetmeye başlar. Gerek evinde, gerek yolda, gerekse iş yerinde yani gidip geldiği her yerde, insani ilişkiler içerisinde mürşidinin huzurunda gibi terbiyeli ve kibar olur, muhattap olduğu kişiye de mürşidi gibi saygılı davranır. İnsanları incitmekten sakınır, gerek ibadetlerinde gerekse toplum içerisinde her an mürşidi tarafından gözetlendiğinin arifi olur. Kendisini her an Rabbinin huzurundaymış gibi kabul eder. Edep yahu sınırlarından dışarı çıkmaz.
Demek ki dervişlik, "Huzurda durmakmış!"
Kendisini devamlı Rabbinin huzurunda hisseden bir dervişi düşünebiliyor musunuz? O, adeta ihramını giyip mikat bölgesinden içeriye girmiş bir hacı gibidir. Bu manada kişinin Kabe'yi tavafı da yeme içmesi de uyuması, gezmesi ve çalışması da ibadetlerinin tümü de hacdan sayılır. Üzerinde ihram olduğu müddetçe bilerek, kasten hiç kimseye bir kötülük yapamaz. Ağaçtan bir dal, bir yaprak dahi koparamaz. Üzerindeki haşereyi dahi öldüremez. Bunların herhangi birisini yaptığı zaman kurban kesmesi gerekir. Hatta bunlara ilaveten hiç kimsenin hakkında olumsuz, kötü bir düşünce dahi düşünemez.
Artık derviş Kâbe misali mürşidini hayranlıkla seyretmeye, O'nu görmeden duramamaya, mürşidinden bir saat bile ayrı kalsa onu hasretle özleyip en kısa zamanda tekrar ziyaret etmeye, başlar. İçindeki fırtınanın ancak O'nun cemali ve muhabbetiyle selamet bulacağına inanır ve O'nu her fırsatta sık sık ziyaret etmeye başlar. Dervişin bu ziyaretleri Allah katında Kâbe'yi hac ve umre için sık sık ziyaret eden hacı gibidir.
Anladım ki dervişlik, Kâbe gibi sık sık "Mürşidini tavaf etmekmiş!"
Mürşidine gönül yangınları ile bağlı olan derviş, artık mürşidinin özel eğitimi altındadır. "Siz sabırla namaza devam edin, Allah sizin için özel bir sevgi halk edecektir." ayeti gereğince mürşid-mürit ilişkisinde özel bir sevgi, özel bir muhabbet başlar. Dervişinden söz ederken artık "bizim evlat" diyerek onu kendisine dost seçtiğini herkese ilan eder, her yerde onu örnek gösterir. Dervişin gönlüne manevi gıdaları ve ilhamları ihsan etmeye başlar. Bu büyük bir devlet, büyük bir lutuftur.
Meğer dervişlik, "Mürşidin gönlüne girmekmiş!"
Mürşidin gönlüne giren bir dervişin tüm azaları dil olur ve o derviş her an mürşidini yad eder. Gece ve gündüz her ne yaparsa yapsın mürşidine hizmet ettiğinin farkındalığı ile yapar. O, artık etrafına karşı yaptığı iyilik ve güzelliklerden teşekkür dahi beklemez. Bu beklenti, onun ayıbıdır. Bunun yanında bazen de kendisine karşı bir takım hakaretlerde de bulunulsa o kimseye karşı darılmaz, farklı bir tavır takınmaz. O artık rıza makamındadır, eyvallah makamındadır.
Kaza ve kaderi, emir ve nehyi ona makbul ve mutlak olarak görünmeye başlar. O artık elsiz-ayaksız, dilsiz-dudaksız, nasılsız-niçinsiz bir hayat sürmeye başlar. Başına gelen her şeyi Rabbinden bilir. Rabbinden gelene "of" dahi demez, şikayet etmez. O artık hayatı "rağmen" yaşayandır. Böyle bir yaşantı içinde olan derviş, Rabbine karşı en güzel hizmeti yapıyor demektir.
Dostlar dervişlik ,"Rabbine hizmet etmekmiş!"
Rabbine hizmet etmeyi zevkle yapan dervişi, mürşidi iyice kendine çekmeye başlar. Artık aralarında sıkı bir gönül bağı vardır. Mürşidi kendi lutuf ve ihsanı ile özel olarak O'nun gönlüne ilhamlarını aktarmaya başlar. O'nu kendi renginde, kendi boyası ile boyar. Muhammed'i ahlakı en güzel şekilde ona öğretir.
Mürid, artık Rabbinin kulu olmuştur. Kendisinde dünya zevkleri adına hiç birşey kalmamıştır. Her neye sahipse bunların tamamının Hakk'ın olduğunun bilincindedir. "Onun lisanından Hak konuşur, gözünden Hak görür, kulağından Hak duyar. Hak artık ondan gaflet perdesini kaldırmış, keşfini açmış, gözünü keskinleştirmiştir." (Kaf=22)
Nasıl ki şeffaf bir kabın içerisine ne koyarsanız koyun kap içindekinin rengini alır ve öyle görünür, kul da bu makamda şeffaflaşır içi nasılsa dışı da öyle olur. Hakk' ı taşıdığının arifiyetine varır. O artık Rabbini, Rabbi ile bilir. Rabbini Rabbi ile seyreder. Rabbine, Rabbi ile kulluk eder.
Aslında dervişlik, "Rabbine kul olmakmış"
Rabbine kul olan, Rabbi adına iş gören, kendinde Rabbini yansıtan bir dervişin "ene"si olamaz. Onun içi de dışı da Hak ile dolmuştur. Bundan ötesi ehlince malumdur.
İnandım ki dervişlik "Rabbinde hiç olmakmış"
Rabbim cümlemizi Rabbinde hiç olma gayretinde olanlardan eylesin.
Rabbimiz yar ve ayanımız olsun.
Enver EFE
İstanbul, 23 Aralık 2013