Allah (cc.) bir hadis-i kudsilerinde “Ben insanın sırrıyım, insan da benim sırrımdır.’’ diye buyurmaktadır. Sır, ancak sınırlı sayıda kişiler tarafından bilinen ve açıklanmaması gereken bir emaneti temsil eder. Mutasavvufların açıklamalarına göre,Yüce Yaratıcı “Ben insanın sırrıyım” derken “Ben, kim olduğumu insana anlatmadım”; aynı zamanda “İnsan da benim sırrımdır” derken “İnsan’a da kim olduğunu söylemedim” diye açıklık getirmek suretiyle bizlere izahat buyurmuşlardır.
Her varlığa, kendisine verilen kabiliyete ve yaratılma gayesine göre bir vazife tevdi edilmiştir. İnsan ruhunun, diğer varlıklardan önemli bir farklılığı vardır. İnsan, cüz-i irade ile techiz edilmiştir. İnsan, kendisine verilen görevi yapıp yapmama da serbest bırakılmıştır. Zalim ve cahil oluşunun ana nedeni, bu cüz’i iradeyi yanlış kullanmasından ve iradeyi nefsinin emrine vermesinden dolayıdır. Külli iradesini Rabb’nin emrine verenler, zalim ve cahil değillerdir.
Yukarıda arz ettiğimiz emanetle ilgili ayetten de anlaşılacağı üzere Cenab-ı Hak, göklerden, yerden ve dağlardan bir vazife istemiştir. Onların bu vazifeden içtinap etmelerini de bir isyan olarak değerlendirmemeliyiz. Onlara teklif edilen vazife, onların kabiliyetleriyle, sermayeleriyle, kuvvetleriyle yapabilecekleri cinsten olmadığı içindir. Ama insanın yaratılış keyfiyeti, onun donanımları yani ona monte edilen teçhizat ve cihazlar ile kabiliyetleri, bu vazifeyi yapmasına müsait olduğu için bu vazife insana yüklenmiştir.
Emanet; zatın, sıfatın ve esma-ı Hüsnaların tecellileridir. Bu emanet, Kur’an sırrıdır. Bu emanet, İlahi huzurda aldığımız fenalarımız ve ekalarımızdır. İnsan, Allah’ın nurunu ve Kur’an’ın sırrını “nefsi natıkasında” yani insan ruhunda barındırır. Bundan anladığımız şu olmalıdır: en büyük emanet, nefsi natıka yani ''RUH’’tur, ''NEFS’’tir. Hakk’tan ayrı olmayan insan, Hakk’ın emanetini varlığında barındırır ve taşır.
Sonuç olarak; ruh dediğimiz varlığın, bu aleme kısa bir ziyaret için geldiğini, buradaki görevini icra ettikten sonra; Bakara Suresi, Ayet 156'daki bahse konu ''Kalû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).’ yani ''Biz Şüphesiz (Her Şeyimizle) Allah’a aidiz ve şühesiz O’na döneceğiz’’ ayeti gereği, tekrar eski yerine, ana yurduna dönmesinin “ölümsüzlüğün” bir başka adı olduğunu tefekkürlerinize sunarım .
Rabbim, cümlemizi emanetine ihanet edenlerden eylemesin.
Rabbim, cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
Akçay, 10 Ekim 2017