Allah (cc.)'ın Kur’an-ı Kerim’inin bazı ayetlerinde de belirttiği üzere; insan, yeryüzünde Allah’ı temsil etmekle görevlendirilmiş, Allah’ın halifesidir. Bahse konu görev, insanın ilahi iradeyi gerçekleştirebilmesi açısından çok önemli bir vazifedir. Çünkü Allah (cc.)'ın isim ve sıfatları ile hemhal olmuş, O’nun yeryüzündeki temsilcisi durumunda olan insanın aldığı görevin bir gereğidir. Bu gereklilik, Allah (cc.)'ın sırrına ermemize vesile olan bir anahtardır. Bu sırrın içinde bir sır daha vardır ki, o da emanet-i İlahidir.
Yazımıza konu olan emanetin lügat manasını tahlil ve tetkik ettiğimizde; eminlik, birisine koruması için bırakılan herhangi bir şey olarak tarif etmemiz mümkündür. Eminliğin zıddı ise hıyanettir. Yani emaneti korumamak, onu emanet edenin arzu ettiği gibi değil de, kendi nefsinin arzu ettiği gibi korumaktır.
Allah (cc.) Azhap Suresi Ayet, 72’de “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik. Onlar emaneti yüklenmekten çekindiler; ona hıyanet etmekten endişe ettiler. İnsan bu emaneti aldı. İnsan çok zalim ve çok cahildir.” diye buyurmaktadır.
Emanetin insana teslim edilmesi, onun bu dünyadaki şerefli yerinin tartışılmaz olmasındandır. Çünkü insan; şerefli, mümtaz, seçkin ve ahsen-i takvim üzere yaratılmış bir mertebeye sahiptir. (Tin-4)
Sözkonusu emanetin insana verilmesinin özünde, insanın şerefli kılınması vardır Çünkü Allah (cc.) bir ayet-i kerimesinde “Biz, gerçekten insanı şereflendirdik.” diye buyurmaktadır. (bkz. İsra, 70).
İnsanın şereflendirilmesi, küçümsenecek bir olay değildir, değerli dostlar. Aksine üzerinde ısrarla durulması gereken bir gerçeğin odak noktasıdır. Zira yerler ve gökler şereflendirilmiştir denilmiyor, insan şereflendirilmiştir deniliyor.
İnsanın şerefli kılınması, hiç kuşkusuz kendisine verilmiş bir yüksek rütbenin ve makamın değerinden ileri gelir. Bu seçkin mertebeye ulaşmış olan insanın, öz varlığındaki ve benliğindeki erişilmez yetenek ve potansiyel gücünün bilincinde olması gerekmektedir. Bu bilinçten habersiz; bu şerefli makamın yetki ve sorumluluğunu hiçe sayarak, nefsi ile başbaşa kalması insanın kendi değerini bilmemesinden ileri gelmektedir.
Ruh, doğuş olarak bu aleme veya bu kainata ait bir varlık değildir. Bu dünyaya ait olmayan bir varlığın, bu dünyada “beden elbisesi” giyerek görünmesi, “insan” olmanın en belirgin özelliğidir.
Mustafa AYALTI
Akçay, 10 Ekim 2017