İnsan elbette ki ilah değildir. Bizler, ilah olmadığını dilimiz ile ikrar ettik. “La ilahe illallah’’ dedik ve asliyetimize ulaştıkça kalbimiz ile de tasdik ettik. Çünkü varlığımızın ondan ayrı bir varlık olmadığını biliyoruz. Efendim Hazretleri “VESSELAM’’ adlı eserimizde: “İnsan, ilah değil ama ilahi bir varlıktır.” diye buyurmaktadır. Yazımıza konu olan bu hususu, müsaade ederseniz sultanımın da himmetleriyle biraz daha açalım.
İnsanın manevi yapısını, hakikat boyutunda incelediğimizde iki hal mertebeden oluştuğunu görürüz. Bunlardan biri beşeriyet, diğeri ise ruhaniyet yönüdür. Bahse konu mertebeleri insan vücud-u anasırında tahlil ve tekik ettiğimizde ise beşeriyet yönümüzün arza, ruhaniyet yönümüzün de semaya mahsus olduğunu anlarız.
Bir insanın münferitliği ve enesi yani benliği adına yapmış olduğu icraatların bir tamamı beşeriyet yönünü temsil eder. Bu gibi insanlar, zaten Allah’tan müstağnidirler. Beşeriyet yönümüz, bizleri hiçbir zaman Rahman’a ulaştırmaz. Çünkü bu türlü bir egoizm, Rabbimizin arzu ettiği hakikat anlayışı veya yaşayışı değildir. Bir insan, benliğinin, diğer bir ifade ile nefs-i emaresinin esaretinde yaşamayı tercih ederse bu insan ilahlaşır, sonucu da esfel-i safilin olur.
Allah (cc.) Fatır Suresi Ayet 3’te “Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki bunca nimetini kalbinizle hatırlayın; dilinizle anın. Sizi gökten ve yerden rızıklandıracak Allah’tan gayri bir yaratan var mı? O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl tevhidden küfre çevriliyorsunuz?” diye buyuruyor.
Arz ettiğimiz ayetten de anlaşılacağı üzere; tehvidin sırrına eren ve tehvid penceresinden ‘’la ilahe İllallah’ı’’ gören bir salik, varlığının Hakk’ın varlığından ayrı bir varlık olmadığını müşahade eder ve bu bağlamda kendisinin ilahi bir varlık olduğunu anlar.
Zira insan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Allah (cc.), Kur’an-ı Kerim’inde “İnsanı, diğer varlıklardan ayıran ve şerefli kılan “İlahi ruh”tur.” diye buyurmaktadır. Bakara suresi, ayet 30 ve En’am suresi ayet 165’te buyurulduğu üzere; insanın, böyle bir ilahi kaynağa sahip olması nedeniyle, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu anlarız.
İnsanın, Allah’ın halifesi olarak yaratılmasından maksat; yaratılma gayesine arif olan bir kimsenin, Allah (cc.)’ın mazhariyetinin kendisinden açığa çıktığını, birinci önceliğinin bu fani alemde Allah (cc.)’a kulluk etmesi için var olduğunu ve bunun için halk edildiğini bilmesidir. Allah (cc.) “Ben cin ve insleri, ancak bana kulluk etsinler diye halk ettim.” diye buyurmakla insanın yaratılış amacını açık bir şekilde belirtmektedir. (Bkz. Zariyat, 56)
İnsan, yaratılmış varlıklar içerisinde en mükemmel bir varlıktır. Ahsen-i takvim üzere yarattığı İnsan, Allah (cc.)’ın sıfatları ile sıfatlanmıştır.
Allah (cc.)’ın İnsan varlığına bir misyon yüklendiğini bizlere anlatan bir kaç ayetten bahsetmemiz gerekirse; “Onu düzenleyip insan şekline koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secde edin.” (Hicr, 29; Sad, 72), “Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 4), “Allah sizi yeryüzünde halife yaptı.” (En"am, 165), “Gerçekten insanoğlunu şerefli/kerim kıldık.” (İsra, 70). Bu ayetler, insanın ilahi bir varlık olduğunu bizlere ifade eden ayetlerden bir kaçıdır. Evren ve insan, Hakk’ın aynasıdır. Onlar birer surettir, suret ise o şeyin kendisi değildir. Efendim Hazretleri eserlerimizin birinde: “Allah (cc.) Rahman’ın Rububiyet adresini insanda veriyor.’’diye buyurmaktadır.
Yazımıza Hacı Bayram Veli Hazretlerinden bir alıntı ile devam edelim:
Hacı Bayram Veli Hazretlerinin İnsan-ı Kamil Risalesi’nde: “Yaratıcının, kamil insanı zahir ve batın olmak üzere iki yüzlü yarattığını belirtir. Batıni yüzü Hak, zahiri yüzü Halktır. Birincisi vahdet (birlik), ikincisi çokluktur. Kamil insan, Hakk’ın gözüdür. Hak, aleme onunla bakarak rahmetini ulaştırır. O, varlığın ruhudur. Bedenin ruhsuz ayakta duramadığı gibi, alem de bir nefes dahi kamil insansız olamaz. Çünkü bütün eşyanın zuhur ve devamı, kamil insanladır. Kamil insansız, Hak bilinmez… O halde Kamil insana ulaşmak, Hakk’a ulaşmaktır. Onu gören Hakk’ı görmüş, onu seven Hakk’ı sevmiş demektir. Ona itaat Hakk’a itaattir ve onun reddettiği Hak tarafından da reddedilmiş demektir. Onun ilmi, Hakk’ın ilmiyle aynıdır.
Kısacası onun zatı Hakk’ın zatı, vücudu Hakk’ın vücudu, ilmi ise Hakk’ın ilmidir. Kamil insandan gayrı Hakk’a varış kapısı yoktur. Hak bütün isim, sıfat ve tecellileriyle, kamil insanın kalbine yerleşmiştir. O halde Hakk’ı isteyen, kalbini Kamil insanın kalbine bağlasın.” diye buyurmaktadır. Rabbim, kendisinden razı olsun.
Sonuç olarak; Allah (cc.), fiil ve esmaları ile bilinir. Bu isimlerin tecelli alanı ise varlık ve olaylardır. İnsan ise varlığın hem nüvesidir, hem çekirdeğidir, hem özüdür, hem de meyvesidir. Aynı zamanda Allah’ın halifesi olan insan, kemal derecesine ulaşınca Allah’ın zat, sıfat ve isimlerinin en mükemmel bir şekilde tecelli ettiği varlık olur. O; Allah ile alem, zahir ile batın arasında bir berzah olduğu gibi, bütün ilahi kemal manaları kendisinde gerçekleştiren kişidir de aynı zamanda. Alem, Allah (cc.)’ın tecelli ettiği bir aynadır. İnsan-ı Kamil ise bu aynanın cilasıdır.
Kadın erenlerden Rabia Sultan’ın bir duası ile yazımızı sonlandıralım inşallah: “Allah’ım, Sana cehenneminden korkarak ibadet ediyorsam beni cehennem ateşinde yak. Yahut cennetin için Sana ibadet ediyorsam cennetini bana haram kıl. Yalnız Seni sevdiğimden dolayı Sana ibadet ediyorsam beni ezeli cemalinden mahrum etme ya Rabbi.” Bu duayı tefekkürlerinize arz ediyorum.
Rabbim, cümlemizi Hakk’ı Hak’ta Hakça yaşayanlardan eylesin.
Rabbim, cümlemizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
Akçay, 25 Ağustos 2017