Değerli dostlar; inanıp iman eden kişilerde Allah anlayışı üç türlüdür. Bunlardan birincisi; Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp iman etmekle birlikte, O’nun hiçbir şeye benzemediğine, mekândan münezzeh olduğuna, erişilmez ve ulaşılmaz olduğuna inanmaktır. ‘Nerede ve ne zaman anarsan O oradadır’ inancı ile birlikte yine de O’nun yedi kat semavatın üzerinde Arş-ı Alâda bir yerde olduğu inancı bizim duygu ve düşüncelerimizde yer etmiştir. Bu anlayışta olanlar için Allah, Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette “Hiç mi akıl edip düşünmezsiniz?” diye buyurarak biz kullarını uyarıp tefekküre davet ediyor.
İkinci Allah anlayışı; kişinin kendi hayalinde, duygu ve düşüncelerinde kendine uygun bir Allah profili çizmesi ve ‘Allah olsa olsa böyledir’ diyerek kendi zannında, kendi zannına iman etmesidir. Kendine göre amel ve içtihadında kulluk yapmasıdır. Bu anlayışta kişi, kendisini zaman zaman tenkit eder, zaman zaman da yaptığı güzel işler neticesinde kendisini ödüllendirir. ‘Allah kulunun zannına göredir’ bilincinde olanlar için Kur’an’da: “Oysa onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur; sadece zan peşine takılmış gidiyorlar. Oysa zan hiçbir zaman gerçeğin yerini tutmaz.” diye buyurmaktadır. (bkz. Necm, 28) Bu anlayış noksan bir anlayıştır. (bkz. Yunus, 36)
Değerli dostlar; Allah kullarını ikaz edip uyarmak ve kendisine yakin etmek için Kuran-ı Kerim’i, Peygamberleri ve veli kullarını göndermiştir. Kur’an-ı Kerim’i en iyi onlar anlayıp ve anlatır, en iyi onlar yaşayıp ve yaşatırlar. Yeter ki bizler bütün samimiyetimizle Peygamberlerine ve veli kullarına inanıp iman edelim. (bkz. Ali İmran, 31)
Rabbimiz “Onların gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar.” diye buyuruyor. (bkz. Araf, 179) Kişi; gözü olduğu halde hakikati görmüyorsa, kulağı olduğu halde gerçeği duymuyorsa hem sağır, hem de âmadır. Buradaki “âma”lık kişinin cehlidir, zan perdesidir. Ben ve bencilliğidir. Bu perdesini, “ben” kabuğunu kırıp attıktan sonra kişideki “âma”lık biter. O kişide ariflik başlar. Arif, kendi özündeki gerçeği bildikten sonra özel bir itikada bağımlı kalmaz. Hayalcilikten kurtulur.
Üçüncü anlayış ise ariflerin Allah anlayışıdır. Allah katında makbul olan anlayış ve iman, bu anlayıştır. Bu anlayış, Allah’ı kendinden ayrı görmeme anlayışıdır. ‘Elimden tutan, kulağımdan işiten, gözümden gören ve lisanımdan söyleyen Hak’tır’ anlayışıdır. Bu anlayış “Biz kulumuza, şah damarından yakınız.” anlayışıdır. (bkz. Kaf, 16) Arif, bu mertebeye ancak bir mürşidin refakatinde ulaşır. O’nun kendisine öğrettiği eğitim ve talim sistemi ile ulaşır. Kişinin terakkisi, mürşidine bağlılığı neticesinde gelişir.
“Sana yakin gelinceye kadar ibadet et.” (bkz. Hicr, 99) Yakin Allah’tır, yakin gerçektir, senin özündür. Yakin gelirse “BEN” gider. Yakin gelirse özüne, nefsine arif olursun. Kâinatta görünen her şeyin, Hakk’ın zuhuru olduğunun arifi olursun. Anlayışın değişir, dünyan değişir, sen değişirsin.
Mademki ben bende yok, sen senlikle sende yok
Hak’tan ağyar nesne yok, hep görünen Veçhullah (Hasan Fehmi)
Allah bu alemi; Zat’ı ile ihata etmiş, sıfatı ile bezemiş, ef’aliyeti ile de donatmıştır. Bunda bilen ve görenler için büyük ibretler vardır. Kişi imanının kemalât bulması için taklitten tetkike, tetkikten mutlaka, mutlaktan ihlasa hicret etmelidir. Bu hicret de ancak nefsimizle cihat ve riyazat etmek ile olur. Rabbim, cümlemizi cihad-ı Ekberde (nefis savaşı) muzaffer kılsın.
Enver EFE
İstanbul, 14 Kasım 2017