RABITA kelimesi, lügat manası itibariyle, iki şeyin birbirine bağlanması anlamındadır. İlm-i hakikatte ise ‘Mürşid ile Mürid arasındaki ilahi feyzin akışını sağlayan manevi bir bağdır, bir yoldur’ diye tarif etmemiz mümkündür. Bu bağ, Kur’an’ı Kerim ve Hadis-i Şerif’lerde bazen açık, bazen de üstü kapalı bir şekilde dolaylı olarak ifade edilmiştir.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sav. Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde: “Allah’ın dostları içinde öyle kimseler vardır ki onlar, Nebi ve Şehid değillerdir. Fakat kıyamet gününde Allah Teala’nın kendilerine bahsettiği lütuf ve makamlardan dolayı Nebi ve Şehidler onlara gıpta ederler.’’ (Varis-i nebilerden bahsedilmektedir.) Ashab: ‘Ya Resulallah! Onlar kimlerdir, haber verir misiniz? diye sorduklarında Resulullah Sav. Efendimiz: ‘‘Onlar, aralarında herhangi bir neseb bağı ve maddi alışveriş bulunmadan Allah’ın muhabbeti ve rızası için birbirlerini sevenlerdir. Vallahi onların yüzü Nur gibi parlamakta ve kendileri de Nurdan minberler üzerinde oturmaktadır. İnsanlar korktukları zaman Onlar korkmazlar; insanlar üzüldükleri zaman onlar üzülmezler.’’ diye buyurmuşlardır.
Allah cc. Yunus Suresi Ayet 62’de ‘‘Haberiniz olsun ki, muhakkak Allah u Teala'nın dostları için bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.’’ diye buyurmaktadır. Bu ayeti kerime yukarıda arz ettiğimiz hadisi şerifin delilidir.
Mürşidle beraberliğimizin bir kısmı cismani, bir kısmı da ruhanidir. Bu hal, Rabıta ile doğru orantılıdır. Rabıta, muhabbetin azlık ve çokluğu ile alakalı olduğundan, muhabbet arttıkça Rabıta’nın kuvveti de artar.
Rabbi tarafından, ehli ihvanın gönül deryasına akıtılan ilahi feyzin; dervişin kurumuş gönül bahçesine akıtıp, orada iman ağacının yeşermesine, dal-budak salmasına ve ibadet meyvelerini verip ebedi saadete ulaşmasına vesile olmasından daha güzel bir himmet olabilir mi? Elbette olamaz. O zaman zikre devam!
Allah cc. Maide Suresi Ayet 35’te “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na yaklaşmaya vesile arayın.” diye buyurmuştur. Ayete dikkat edilirse bu Ayet-i Kerime’de takvanın yanında kurtuluş için bir de vesile şartı getirilmiştir. Bahse konu olan vesile; Varisi Nebi olan Mürşid-i Kamilimiz yani Efendimizdir. Çünkü Mürşid-i kâmil, Peygamberimiz Sav. Efendimizin Varisi Nebisidir, Verasetül Embiyasıdır. Resulullah Sav. Efendimize tabii olmayanların kurtuluşunun mümkün olmaması gibi, Varisi Nebisine tabii olmayanların kurtuluşu da mümkün değildir.
Bir Hadis-i Şerifte Peygamberimiz: “Allah’ın öyle Veli kulları vardır ki onların gönülleri ilahi rahmet deryalarıdır.” diye buyurmuştur.
Bu Hadis-i Şerifi ‘Veli kulların gönüllerinde deryalar halinde bulunan ilahi rahmetten, manevi bir yol bularak kendi gönlümüze akıtmamızdır’ diye zevk etmemiz mümkündür. İşte bu manevi feyz ve rahmetin akışı Rabıta’dır. Evet değerli dostlar, bunun da ancak safları sıklaştırmakla mümkün olabileceği kanaatindeyim.
Rabıta’dan maksat, feyz almaktır. Gerçek feyz kaynağı ise Cenâb-ı Hak’tan başkası değildir. Allah’ın Habibi, Muhammed Mustafa Sav. Efendimiz, Cenab-ı Hakk’ın zat ve sıfatının tecelligahı ve mazharı olduğuna göre; Mürşi-i Kamilimizden feyz almak, Cenâb-ı Hakk’tan feyz almak demektir. Çünkü O, Varis-i Nebi’dir.
Şöyle bir örnekleme yapacak olursak ‘‘Su devamlı akıyor, fakat biz testimizi çeşmeye tutmuyoruz.’’ Bu cümleden anladığımız şu olmalıdır nacizane; testiyi çeşmeye tutmak demek, dünyevi ihtiraslardan, benliğin esaretinden, müstağnilikten kısacası şeytanın esaretinden firar edip, Rabıta’ya geçmektir. Yani gönlü o deryaya bağlamaktır.
Rabıta’ya geçmek için, Dünya aleminden soyutlanmak suretiyle gözler kapatılır. Baş hafif sağa çevrilir, gönül penceresi açılır ve Rabbe rapt olunur. Günümüzün her anında, ne halde olursak olalım, gönlümüzün daima O’nun ile sekronize olduğunun tefekküründe olmalıyız.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 10 Mayıs 2017