NAMAZIN RÜKÜNLERİ: (İKİNCİ BÖLÜM)
Namazın Rükünlerini altı bölümde arz etmemiz mümkündür.
İftitah (başlamak, kapıyı açıp girmek) anlamındadır. İftitah tekbiri, namaza başlarken alınan tekbir olup "Allah u ekber" lafzını ifade etmektir. İftitah tekbiri, bütün mezhep imamlarına göre farz olmakla birlikte Hanefî imamları bunu rükün değil şart olarak, diğer üç mezhep imamı ise rükün olarak değerlendirmişlerdir.
Peygamber Efendimizin (Sav.) tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar kaldırdığı ve başını hafifçe öne eğerek başparmağını kulak memesine değecek şekilde ellerini kaldırdığı rivayet edilmektedir.
Tekbir cümlesinde ‘‘ALLAH’’ lafzının ilk harfi olan ‘‘A’’ harfini uzatarak okumanın caiz olmadığı, buna benzer okumaların veya tekrarların manayı bozacağı için, farzın yerine getirilmemiş olacağından namazın da geçersiz olacağı ifade edilmektedir.
İmam’a uymak üzere ayakta alınan iftitah tekbirinin tamamen kıyam halinde alınması şarttır. Buna göre, rüku halinde bulunan imama uyacak olan kimse, kıyam halinde Allah deyip de Ekber lafzını rükuya vardıktan sonra diyecek olursa imama uymuş anlamına gelmez.
Kıyam; doğrulmak, dikilmek, ayakta durmak anlamındadır. Namazı oluşturan ana unsurlardan biri olarak kıyam, iftitah tekbiri ve her rekâtta Fatiha ve bir Zammi sure okuyacak kadar bir süre ayakta durmak anlamına gelir.
Farz ve vacip namazlarda ve Hanefi mezhebinde benimsenen görüşe göre sabah namazının sünnetinde kıyam bir rükündür. Herhangi bir mazereti olmayan bir kişi, bu rüknü yerine getirmeden, meselâ oturarak farz veya vacip bir namaz kılarsa namazı geçerli olmaz. Yine bir kimse, duvara veya bastona yaslanarak namaz kılacak olursa, namazı geçersiz olur. Nafile namazlarda ise kişi, ayakta durmaya gücü yettiği halde oturarak da namaz kılabilir.
Hasta veya ayakta durmaya gücü yetmeyen kişiden kıyam vecibesi düşer. Bu kişi oturmaya güç yettiriyorsa, namazı oturarak kılar. Bu durumda oturma, o kişi için hükmen kıyam yerine geçer. Oturmaya da gücü yetmiyorsa nasıl kılabiliyorsa öyle kılar, uzanarak veya ima ederek de namazını kılabilir.
Rükû; sözlükte eğilmek, tevazuu göstermek anlamlarını ifade etmektedir. Namazın ana unsurlarından olan rükû, eller dizlere erecek şekilde öne doğru eğilmek demektir. Peygamber (Sav.) Efendimiz ‘‘en uygun rüku şeklinin sırt ve baş düz bir satıh oluşturacak şeklinde eğilmektir’’ diye ifade ettiği rüku duruşunda, bir müddet beklemek tuma'nine (emin olma, inanma, gönlü rahat olma, anlamında) ve yine rükudan doğrulup, secdeye varmadan önce uzuvları sakin oluncaya kadar bir süre kıyam vaziyetinde beklemek (kavme) ta‘dil-i erkanın birer parçası olduğundan, Hanefi mezhebi dışındaki üç mezhebe göre tuma'nine ve kavme farzdır. Ebu Hanife’ye göre ise vaciptir. Bu tume'nine ve kavme süresinin asgari ölçüsü "sübhânellâhi'l-azîm" diyecek kadar durmaktır.
Secde; sözlükte itaat, teslimiyet ve tevazu içinde eğilmek, yere kapanmak, yüzü yere sürmek anlamına gelir. Namazın her rek‘atında belirli uzuvları yere veya yere bitişik bir mahale koyarak iki defa yere kapanmak namazın rükünlerindendir. Peygamber (Sav.) Efendimizin uygulamasına en uygun secde; yüz, eller, dizler ve ayak parmaklarının üzerine olmak üzere yedi uzuv üzerinde yapılanıdır. Bununla birlikte bunlardan bir kısmı ile yetinildiğinde secdenin geçerli olup olmayacağı konusunda mezhepler arasında farklılıklar vardır. Hanefi mezhebinde farz olan, alnın ve ayakların hiç değilse bir ayağın yere dayanmasıdır. Burnun yere değmesi vacip, ellerin ve dizlerin yere konması ise sünnettir. Tercih edilen görüşe göre, bir ayağın sadece bir parmağını veya sadece üstünü yere koymak yeterli değildir. Yine bir mazeret (özür) yokken alnı yere değdirmeden sadece burun üzerine secde yeterli değildir.
Hanefi ve Hanbeli mezheplerinde, yedi uzvun (eller, ayaklar, dizler ve yüz) her birinin bir kısmının yere değdirilmesi farzdır. Şafiiler'e göre avuç içlerinin ve ayak parmaklarının alt taraflarının yere gelmesi gerekir. Maliki mezhebinde farz olan secdenin, alnın bir kısmı üzerinde yapılmasıdır. Özür sebebiyle bunu yapamayanlar ima ile secde eder. Sadece burnun üzerine secde edilmesi yeterli değildir.
‘Secdede ve iki secde arasında bir miktar beklemek tume'nîne (emin olma, inanma, gönlü rahat olma) rükudaki tume'ninenin hükmüyle aynıdır’ diye ifade edilmektedir.
Ka‘de-i Ahire (son oturuş) demektir. Namazın sonunda bir süre teşehhüt miktarı (‘‘Tahiyyât" duasını okuyacak kadar beklemek’’ anlamında.) kadar oturup beklemek namazın rükünlerindendir. İki rekâtlı namazlardaki oturuş, daha önce oturuş olmadığı için son oturuş demektir.
Sonuç olarak; Namaz ibadetinin ana çatısını oluşturan şartlar ve rükünler bunlar olmakla beraber, yukarıda arz ettiğimiz gibi, ta‘dil-i erkan ve rükünleri ile namazlarımızı kendi fiillerimiz ile tamamlamak, fakihlerin (ayrıntılı bir şekilde bilen alim) bir kısmına veya çoğunluğuna göre namazın farz veya vacipleri arasında sayıldığını, bu sebeple bu iki kavram hakkında derlediğim bilgileri, sizlerle paylaşmayı kendime görev addettim. Umarım hepimize faydalı olacaktır. Ta’dili Erkan ile kılmadığımız namazlarımız bizleri hakikat namazına taşınamayacağının bilinmesini, altını çizerek hatırlatmak isterim.
Rükünlarına itaat ederek Ta’dili Erkan üzere namaz kılmayı, Rabbim cümlemize nasip eylesin.
Rabbim cümlemizi kıyamında, rükusunda, secdesinde hakikatini bilip gören ve yaşayanlardan eylesin. Cem’i cefahir azalarımızın tam teslimiyeti ile Rabbimize tevazu göstermeyi bizlere nasip etsin.
Rabbim cümlemizin yar ve ayanı olsun. Rabbim cümlemizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 20 Ocak 2017