Allah cc. Rahman Suresi Ayet 26-27’de,’’Yeryüzünde bulunan her şey fenâ bulacak; yalnız celal ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacaktır." Diye buyurmaktadır.
Fena ve beka sözcüklerinin lügat manalarını tahlil edecek olursak fena yokluk, hiçlik ve geçici olmak anlamına geldiği gibi; beka, kalıcı ve daimî olmak anlamına gelen Kur'an kaynaklı tasavvufi bir kavramdır. Halveti yolunda seyri sülük halinde olan kimselerin çıktığı yolculuk, bahse konu bu iki hal mertebe üzerinedir. Şimdi biz, bu iki hal mertebenin bize yansımalarını Sultanımızın himmetleriyle arz etmeye gayret edelim inşallah.
Bizler startımızı fenadan aldık, yolculuğumuz bekaya doğrudur. Bu yol; sonu olmayan doğru bir yoldur. Fenayı, kulun kendi faaliyet bilincini kaybetmesi ile birlikte, yerine fail olarak ALLAH (cc.)’ın geçmesi olarak zevk etmemiz gerekmektedir. Kulun kendi fiilinin olmadığını bilmesi diye de ifade edebileceğimiz bu hal de kulun yerine ALLAH kaim olur. ALLAH görür, Allah duyar, Allah tutar. Bu suretle de "Ben kulumu sevince onun gören gözü, konuşan dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum." hadis-i kutsisi gerçekleşmiş olur. Aslında herkes ve her şey ALLAH ile kaimdir. Çünkü yegâne fail-i mutlak O' dur.
Malumunuz olduğu üzere Allah (cc.) Kur’an-ı Kerim’inde ‘’Her fiilin faili, Cenab-ı Hak’tır’’ diye buyurmaktadır. Ancak insanların gönlü masiva perdesiyle perdeli olduğundan bu gerçeğe arif olamazlar. Ama insan, Hadis-i Kudsi’de söz edilen biçimde ibadet, taat ve zikirle bu hakikatin farkına varırsa ALLAH ile o kadar meşgul olur ki sonunda benlik şuurunu kaybeder ve kulun benlik şuurunun yerine ALLAH geçer. Bu hale zikirle erişilirse buna, "El-Fena Fi'l- Mezkur" ; muhabbetle erişilirse "El-Fena Fi'l-Mahbub" denir.
Fenanın en yüksek derecesi "Fena Ani'l-Fena"dır. Fena, ALLAH'a yaklaşmanın en ileri derecelerinden biridir. Fenanın ileri derecesi cemdir. Fenaya eren kulun yerine her zaman ALLAH geçtiği için fani olmak; tamamen yok olmak veya hiç olmak anlamına gelmez. Fenayı "gönülden dünya ve ahiret lezzetlerinin atılması ve Cenab-ı Hakk'ın rızasının yerleşmesi" bekayı da "ALLAH'dan başka her şeyin kalbden silinmesi" olarak zevk etmek mümkündür.
Cüneyd-i Bağdadi bir risalesinde fena halini şu lafızlarla izah etmektedir: "İnsanların ruhi vücudları Hak'tandır. Kendilerinde zuhur eden söz ve fiiller de Hakk'ındır. ALLAH'ın kendilerini tamamen imha edip istila etmesi halinde kendi talep ve zikirleri kalmaz; kendileri tamamen varlık duygusundan yok olmuşlardır. Hak'tan başka hiçbir şey kalmamıştır." diye buyurmuşlardır.
Damla nasıl denize karışır ve gözle görülmez hale gelirse ehl-i ihvan da öylece Hakk'ın varlığında veya küll (bir şeyin bütünü, tamamı, hepsi anlamında) içinde kaybolmak ister. Bütün kâinat da vücud bulmak için ALLAH' tan istifade ettiğinden fena fillah bir cüz'ün küll içine kavuşması olarak nitelendirmek en doğru olanıdır.
Kalbi fenaya erişmiş bir kimsenin gönlü ilahi fiillerin mazharı olur. Vahdet denizinde ifna olan salik, o denizden başka bir şey göremez. Kendisini bu denizin damlası olarak kabul eder.
Fena kavramını aşağıda arz edeceğimiz üç esas üzere izah etmemiz mümkündür.
2.Fenâ-yı sıfat: İnsanın beşeri sıfatlardan sıyrılmasıdır.
Fenanın seyr-ü sülük sürecine göre sıralanan çeşitleri vardır. Bunlarda sırası ile aşağıda arz ettiğimiz gibidir:
Sonuç olarak; hakikati asliyesinin arayışı içerisinde olan bir yol ehli; mürşidin murakebesi ve kontrolü altında ruhi gelişimine göre ibadet, taat, riyazat ve mücahede usulleriyle nefsini terbiye ederek ulaşmak istediği fena ve beka noktasına ermek ister. Efendim Hazretlerinin eserlerinde ve sohbetlerinde buyurduğu üzere "Hakk'ın seni senden öldürmesi ve yine kendisiyle diriltmesi" şeklindeki tanımlaması, fenanın en yukarı derecesini yaşayan salikin teslimiyeti ve sükunetini bizlere anlatmaktadır.
Rabbim cümlemizi fenadan bekaya erenlerden eylesin.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 25 Şubat 2017