Hz. Ali(k.v); Resûlullah’ın (sav) vâsisi, halifesi ve on iki imamın ilkidir. Hz. Ali(k.v), Zilhicce ayının yedinci günü Kâbe’de dünyaya geldi. Babası Ebu Talib, annesi ise Esed kızı Fatıma’dır. Zeyd ve Haydar da onun diğer mübarek isimlerindendir. İki meşhur künyesi de Ebu’l Hasan ve Ebu Tûrab’dır. Hazretin hiç kimsenin ortak olmadığı kendisine has lakabı ise “Emir’ül- Mü’minin”dir. Murtaza, Hâdi, Sıddık, Faruk, Veli, Şahid de O’nun yüzlerce lakabından sadece bir kaç tanesidir.
Hz. Ali, küçük yaşından beri Resûlullah’ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm’ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice’den sonra Müslümanlığı ilk kabul eden O’dur. Peygamberimiz’i(sav) Hazreti Hatice ile namaz kıldıklarını görünce: “Ne yapıyorsunuz?” diye sordu.
Peygamberimiz(sav) de: “Ya Ali bu Allah’ın seçtiği beğendiği dinidir, ben seni bir olan Allah’a inanmaya davet ediyorum.” diye buyurdu.
Hz. Ali, ‘Ben bu hususta babama danışayım’ deyince Peygamber Efendimiz(sav) ‘Ya Ali, sana söylediğimi yaparsan yap yapmayacak olursan gördüğünü kimseye söyleme!’ diye buyurdu. Bütün gece uyuyamayan Hz. Ali, sabah vaktinde Hazreti Muhammed’in(sav) yanına vardı ve “Dünkü davetini kabul ettim, şahadet getirip namaz kılmak istiyorum.” dedi.
Hazreti Muhammed(sav): “Babana danıştın mı?” diye sordu. Hz. Ali: “Hayır, Allah beni yaratırken babama danışmadı. Ben Allah’a inanmak için niçin babama sorup danışayım?” diye cevap veren küçük yaşlardaki Hz. Ali İslam defterinin bir numarası olmuştur.
İlmin kapısı olan Hazreti Ali(k.v); ‘Yemin ederim ki ben Kur’an-ı Kerim’den inen her ayetin nerede indiğini neye ve kime dair olduğunu bilirim’ diyerek ilminin erişilmezliğini ortaya koymuştur. ‘Gayb âlemi açılsa her şeyi görsem yakînim artmayacak’ diyebilecek kadar da iman yüklü idi.
Peygamberimiz(sav) kendisine çok güvenirdi. Hazreti Ali’yle(k.v) Kâbe’ye gizlice girip putları yere düşürüp kırmışlardır.
Peygamberimiz(sav), kendisini çok küçük yaşta olmasına rağmen Yemen’e kadı olarak göndermiştir. Gitmekte tereddüt eden Hazreti Ali’ye(k.v): “Allah senin kalbine doğruyu gösterecek, dilini doğrulukta sabit kılacak. Davalılar önüne oturduklarında her ikisini de dinlemeden hüküm verme!” diye nasihatte bulunmuştur. Hazreti Ali(k.v): “Vallahi bundan sonra hiç tereddüde düşmedim.” diye buyuruyor.
Peygamber Efendimiz(sav) hicret ettiği gece, Hz. Ali(k.v) canını ortaya koyup O’nun yatağına yatmış ve bu fedakârlığından dolayı “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla canını satar.” ayet-i kerimesi nazil olmuştur. (Bakara/207)
Peygamberimiz(sav) emniyetli bir şekilde Mekke’den uzaklaşınca Hz. Ali, Peygamber Efendimizin kendisine vekâlet ettiği çeşitli emanetleri sahiplerine iade ederek annesini, Resul-u Ekrem’in kızı Fatıma’yı ve başka iki kadını da alıp Medine’ye doğru hareket etti. Dört yüz elli kilometrelik sarp yolları zorluklarla aşarak Medine’ye vardıklarında Hazreti Muhammed(sav) kendilerini karşıladı, hallerini görünce boynuna sarıldı, bağrına bastı.
Peygamber Efendimiz(sav), Ensar ve Muhacirler arasında kardeşlik akdi yapılmasını emrettikten sonra herkes ikişerli kardeş oldu. Peygamber Efendimiz(sav), Hz. Ali(k.v) için bir kardeş tayin etmedi. Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi: “Bütün ashabını birbirine kardeş tayin ettin beni yalnız bıraktın.”
Resûlullah Efendimiz(sav) şöyle buyurdu: “Beni hak üzere peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki seni kendime ayırdım. Ya Ali, sen dünyada ve ahirette kardeşimsin.”
Peygamberimiz(sav) Medine’de Hazreti Ali’yi(k.v) kendine kardeş etmiş, kızı Fatıma’yı da Hazreti Ali’ye nikâhlamış, O’nu damadı yapmıştır.
Hazreti Ali namazı öyle kılardı ki vücuduna batan bir oku namaz kılma esnasında çıkarttıkları halde O hiç acı duymamıştır. ‘Canın yandı mı?’ diye soranlara da “Kuşu kafesten salıverdikten sonra kafesi parçalayacak olsanız kuşun bundan haberi olur mu?“ diye cevap vermiştir.
Orta boylu, buğday renkli, ak ve uzun sık sakallı idi. Yüzü çok güzeldi, gözleri genişti. Göğsü enli, başı saçsız idi. Son derece kuvvetli bir hatipti, her nutku belagat şaheseridir. Nahiv ilminin esasları Hazreti Ali(kv.) tarafından vaaz olunmuştur. Halife olmadan önce nasıl yaşıyorsa halife olduktan sonrada öyle yaşamıştır. Servet sahibi olmamakla beraber son derece kerim idi. Harp ederken dahi düşmanlarına acır, haddi tecavüz etmezdi. Hazreti Ali(k.v) reyinin isabeti ile meşhurdur. Gecenin karanlığında mihraba gelir, ibadet eder, düşünürdü. Dünya onu hiç aldatmadı.
Hz. Ali(k.v), Hazreti Osman(ra)’ın evi muhasara altına alınınca oğulları ile yardıma koştu. Hazreti Osman(ra) şehit olduğunda da oğulları Hz. Hasan(ra) ile Hz. Hüseyin’e(ra), Talha’nın(ra) oğlu Muhammed ve Zübeyr’in(ra) oğlu Abdullah’a “Siz yaşarken onun şehit düşmesine nasıl imkân bıraktınız?” diyerek serzenişte bulunmuştur.
Hz. Ali, Tebük Seferi hariç Efendimiz’in(sav) katıldığı tüm seferlere katılmıştır. Resûlu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük Seferine çıkarken Hz. Ali’yi(k.v) Ehl-i beytin muhafazası için Medine’de bıraktı. Hz. Ali(k.v) bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Resûlullah: “Musa’ya göre Harun ne ise sen de bana karşı o olmak istemez misin?” dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.
Bedir savaşında tek başına 20, Uhud’da 9 kişiyi öldürecek kadar kuvvetli ve savaşçı idi. Cebrail(as) de Hazreti Ali’nin yiğit ve fedai olduğunu söylemiştir. Hendek savaşında Amr Bin Abduved’i öldürerek savaşın kazanılmasında büyük etkisi olmuştur.
Hayber savaşında, zafer bir türlü elde edilemeyince Resûlullah(s.a.v), şöyle buyurdu: “Yarın bayrağı öyle bir kişiye vereceğim ki O Allah’ı ve Resûl’ünü seviyor, Allah ve Resûl’ü de O’nu seviyor.”
Sa’d bin Ebi Vakkas şöyle diyor: “Biz, o kişinin kim olduğunu görmek için ayağa kalktık. Bu esnada Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Ali’yi benim yanıma çağırın.” Hz. Ali(k.v) gözleri ağrıdığı halde Peygamber (s.a.v)’in yanına geldi. Hz. Peygamber(sav), ağzının mübarek suyunu O’nun gözlerine sürerek bayrağı O’nun eline verdi. Allah-u Teâlâ, Hayber’i O’nun eliyle fethetti.
Gadir-i Hum olayı Ahmed b. Hanbel, Muslim, İbn Mace ve Hakim en-Nişaburi gibi Sunni muhaddislerin naklettikleri hadislerde de geçmektedir.
Ahmed b. Hanbel'in naklettiği rivayete göre Hz. Peygamber bir sefer esnasında Gadir-i Hum denilen yerde konaklamış, öğle namazını kıldırdıktan sonra Hz. Ali'nin elinden tutup "Ali’nin kanı kanımdan, canı canımdan, teni tenimden, ruhu ruhumdandır. Ben kimin Mevlâsı isem Ali de onun Mevlâsıdır. Allah’ım, O’na dost olana sen de dost ol, O’na düşman olana sen de düşman ol!" dedikten sonra Hz. Ömer, Hz. Ali(k.v) ile karşılaşmış ve "Ey Ali! Sen her mü’minin Mevlâsı oldun" diyerek O’nu tebrik etmiştir. (Musned, IV, 281)
Aynı konuda başka bir rivayet nakleden Ahmed b. Hanbel, hadisin sonunda "Allah’ım, O’na dost olana sen de dost ol, düşmanlık yapana da düşmanlık yap!" şeklinde yer alan kısmın hadise sonradan ilâve edildiğini söyler. (Musned, I, 152)
Müslim'in rivayetinde ise Resûl-u Ekrem'in, Mekke ile Medine arasındaki Hum adı verilen bir mevkide yaptığı konuşmada irtihalinin yaklaştığına işaret ederek, ashabına Allah'ın kitabını ve Ehl-i beytini bıraktığını belirttikten sonra Allah'ın kitabına sarılmalarını tavsiye ettiği ve Ehl-i beyti konusunda onlara Allah'ı hatırlattığı nakledilmiştir. (Müslim, "Fezâ'ilu'ş-şahâbe", 36)
İbn Mâce (Mukaddime, 11) ve Hâkim en-Nîşâbûri de (el-Mustedrek, III, 109) benzer rivayetleri kaydetmişlerdir. Daha sonra Ya'kubi, İbn Kesîr ve Suyûtî gibi muteahhir dönem âlimleri de bu rivayetlere eserlerinde yer vermişlerdir.
Hz.Ali(k.v), siyaset ve saltanattan ziyade, daha mühim başka vazifelere layık idi. Eğer tam muvaffakiyeti, siyasete ve saltanata olsaydı, “Şah-ı Velayet” unvan-ı manidarını bihakkın kazanamayacaktı. Halbûki zahirî ve siyasî hilafetin pek çok fevkinde manevî bir saltanat kazandı ve Üstad-ı Küll hükmüne geçti; hatta kıyamete kadar saltanat-ı manevisi bâki kaldı.
Peygamber Efendimiz’in(sav) irtihalinde 33 yaşında olan Hazreti Ali(k.v), Peygamberimiz(sav)’in tekfin işlemlerini bizzat kendisi yapmıştır. Hazreti Ali(k.v), yüzünü hiç puta dönmeden İslamla şereflendiği için “Kerremallahu Veche” unvanını almıştır.
Hazret Ali(k.v), 4 yıl 9 ay süren hilafeti müddetinde Peygamber Efendimiz’in(sav) siretine uyup hilafete inkılâp ve kıyam ruhu verdi. Toplumda çeşitli ıslahlara başvurdu. Hazreti Ali(k.v) çıkan karışıklıkları yatıştırmak için Basra yakınlarında Hz. Ayşe, Talha ve Zübeyr gibi İslamiyetin tanınmış simaları ile karşılaştı. Bu olay, Cemel Vakası adıyla bilinmektedir.
Hazreti Ali, Nehrevan Savaşı’nda rakiplerini ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaştan sonra, Hariciler’den üç kişi Mekke’de Müslümanların siyasi durumları hakkında bazı müzakereler yaptıktan sonra Hz. Ali, muaviye ve amr bin as’ı öldürmeyi kararlaştırdılar. Bu üç kişiden Abdurrahman bin Mulcem, Hz. Ali’yi(k.v) öldürmeyi üstlendi ve Kufe’ye hareket etti. Ramazan ayının 19. günü şafak vakti namaz kılarken zehirli kılıcıyla Hazreti Ali’yi(k.v) yaraladı.
Hz. Ali(kv.) İbni Mülcem yakalanıp huzuruna getirildiğinde: “Bunun yemeğini yedirip istirahatini temin edin. Yaşayacak olursam cezalandırır ya da affederim. Ölürsem cezasını verin, fakat sakın haddi aşıp Müslümanların kanına girmeyin. Zira Allah haddi aşanları sevmez!” diye buyurmuştur.
Hazreti Ali(k.v), Abdurrahman bin Mülcem’in kılıç darbesinden sonra şöyle buyurdu: “Kâbe’nin Rabbine andolsun ki kurtuluşa erdim!”
“Ölümüm aç iken gelsin” diye buyuran Hazreti Ali(k.v), oğullarına: “Allah’a kulluktan ayrılmayın. Dünya size gelse de siz ondan kaçın. Daima hakkı söyleyin, her işiniz Allah için olsun.” diye vasiyet etmiştir.
İki gün evinde yattıktan sonra, 661 yılında 63 yaşında iken Kûfe’de Ramazan ayında “Lâ İlâhe illallah Muhammeden Rasûlullah” diyerek bu dünyadan çekilmiş, cennet yurduna adımını atmıştır. Hazreti Ali(k.v)’yi oğulları Hasan ve Hüseyin yıkamış, namazını Hasan kıldırmıştır. Kabri, Irak’ın Necef şehrindedir.
Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber’in(sav) yanında bulunduğu için tefsir, hadîs ve fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resûlullah’ın tabiri ile “ilim beldesinin kapısı” olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda, insanları Hakk’a iletmek için büyük gayretler sarf etmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm’ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.
Medine’de duruma hâkim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurmuştu. Arapça dilbilgisi öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli’ye, Kur’an-ı Kerim okutma ve öğretme işini Abdurrahman es Sülemi’ye, tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd’a vermiştir.Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. Es Samit ve Ömer b. Seleme’yi görevlendirmiştir.
Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütmüştür.
Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranmıştı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek olmuştur.
Devlet yönetici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.
1. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın.
2. Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, Müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.
3. Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin.
4. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.
5. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.
6. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.
7. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.
8. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.
9. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.
10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.
11. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın.
12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.
13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.
14. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.
15. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.
16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın.
17. Kan dökmekten kaçının, İslâm’ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.
Hz. Ali(k.v) bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi, sonunda şehit oldu.
Hz. Ali(k.v) İslâm’ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü O, Resûlullah’ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. 25 yıl birlikte kaldığı Allah Resulü Efendimizden(sav) 586 adet Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı “Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber’in tekzip edilmesini ister misiniz?” (Buhârî, İlim) diye buyurmuştur.
Hz. Ali’nin(k.v), Hz. Fâtıma’dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları olmuştur.
Hz. Ali(k.v) âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine’de Müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali(k.v) de bir hizmetçi almaya karar verdi ve Cenâb-ı Resûlullah’a(sav) gitti. Cenâb-ı Resûlullah(sav) kızıyla damadının arasına girerek: “Ben size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Otuz üç kere Allah-u Ekber, otuz üç kere Elhamdülillah, otuz üç kere de Sübhanallah deyin!” diye buyurdu.
Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali(k.v) ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi. Onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu Ayet-i Kerime indi: “Şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan içerler. Allah’ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz sizi ancak Allah’ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbimizden korkuyoruz’ derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir.” (İnsan, 5-11)
Hz. Ali’nin(k.v) ağzı iki çatallı “Zülfikâr” adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Bedir ganimetlerinden Cenâb-ı Resûlullah’ın(sav) hissesine düşen Zülfikâr, Uhud Savaşı’nda Hz.Ali’nin(k.v) kılıcı kırılınca Peygamber Efendimiz tarafından O’na verilmiştir.
Hz. Ali’nin(k.v) dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden, birini gündüz, birini de gece infak etti. Hakkında şu ayet-i kerime indi: “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler, onlar için Rableri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir.” (Bakara, 2/274).
Peygamberimiz (sav) Hz. Ali’ye(k.v) buyurdu: ” Ya Ali, altı yüz bin koyun mu istersin, altı yüz bin altın mı yoksa altı yüz bin nasihat mı? ” Hz. Ali(k.v): “Altı yüz bin nasihat isterim.” dedi. Peygamberimiz(sav) şöyle buyurdu: “Şu altı nasihate uyarsan altı yüz bin nasihate uymuş olursun:
1. Herkes nafilelerle meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükûnleri, vacipleri sünnetleri, müstehapları ifa et.
2. Herkes dünya ile meşgul olurken sen Allah-u Teâlâ’yı hatırla. İslâm’a uygun yaşa, İslâm’a uygun kazan, İslâm’a uygun harca.
3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol.
4. Herkes dünyayı imar ederken sen dinini imar et, ziynetlendir.
5. Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken sen Hakk’ın rızasını gözet; Hakk’a yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara.
6. Herkes çok amel işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et.”
Hz. Ali’den(k.v) birçok konularda, çok değerli hikmetli sözler nakledilmiştir. “Nehc’ül Belağa” kitabı o sözlerden sadece bir bölümüdür. “Nehc’ül Belağa” kitabı üç bölümden ibarettir: Hutbeler, Mektuplar ve Hikmetler (Kısa sözler). Bu kitap, edebiyat kitaplarının en seçkinlerindendir. “Nehc’ül Belağa’ya” 210’dan fazla şerh ve açıklamalar yazılmış ve bugünün çeşitli dillerine tercüme edilmiştir.
Şah-ı velayet Hz.Ali’nin özlü sözlerinden birkaçı;
Bir gerçeği savunurken, önce kendimiz inanmaIıyız, sonra da başkaIarını inandırmaya çaIışmaIıyız.
DostIukta iIeri gitme, oIur ki o dost bir gün düşman kesiIir; düşmanIıkta da haddi aşma, oIur ki o düşman bir gün dost oIur.
Eğer birgün dünyaya ait derdin oIursa, rabbine dönüp rabbim çok büyük derdim var deme. Derdine dönüp çok büyük rabbim var de.
FazîIet, en iyi maIdır. CömertIik, en güzeI mücevherdir. AkıI, en güzeI zînettir. İIim, en şerefIi meziyettir. GüzeI ahIak, en iyi arkadaştır; Mü’minin ameI defterinin nişanesi güzeI ahIakıdır.
CömertIik, ıstemeden vermektir. İstendikten sonra vermemekse utançtandır ve kötüdür.
HaIk iIe dostIuk ve samimiyeti, AIIah’ın itaati üzere oIan kimseye ne mutIu
Dünyada hiçbir şeye minnet etme, özgürIüğünü ancak bu şekiIde koruyabiIirsin.
Hasetçinin huzuru, çabuk darıIanın dostIuğu, yaIancının ise yiğitIiği oImaz.
Rabbin rızasını kazanmak isteyen, zuImeden buyruk sâhibine karşı adaIet sözünü söyIemeIidir.
Korku ümitsizIiğe eş oImuştur; utanç mahrûmiyete.
İnsanoğIu, her şeyden daha çok terazinin (kefeIerine) benzer; ya cehaIetiyIe hafif veya iImiyIe ağır oIur.
Sabır, hedefe uIaşmanın anahtarıdır; direnişin sonu zaferdir. Her isteğin gerçekIeşmesinin bir vakti vardır; kader, o vakti harekete geçirir vücuda getirir.
Namaz, her temiz kişinin AIIah’a yakIaşmasıdır. Hac, her zayıfın savaşıdır. Herşeyin zekâtı vardır; bedenin zekâtı da oruçtur. Kadının savaşıysa kocasıyIa ıyi geçinmesidir.
Mümin, kardeşIerine karşı uIuIanmaya, ona güIer yüz göstermemeye başIadı mı, ondan ayrıIdı demektir.
Bir kişiyi Iâyığından fazIa övmek riyâdır, daIkavukIuktur; Iâyığından az övmekse ya diIsizIikten ıIeri geIir, ya hasetten.
Zikir de AIIah’ı hatırIamak iki çeşittir: Musibet vakti zikretmek, bu ıyi ve güzeIdir; Bundan daha güzeIi ise insanı AIIah’ın haram kıIdığı şeyIere yöneImekten aIıkoyan zikirdir.
Düşünce sâf bir aynadır. İbret aImak korkutan bir öğütçü, başkasında görüp de hoşIanmadığın şeyden çekinmense edep oIarak yeter sana.
İnsanIarIa öyIe geçinin ki öIdünüz mü ağIasınIar size; sağ kaIdınız mı sevgiyIe çağrışsınIar sizin için.
KaIp kör oIduktan sonra, gözIerin görmesinde hiçbir fayda yoktur.
HaksızIık önünde eğiImeyiniz. Çünkü hakkınızIa beraber şerefinizi de kaybedersiniz.
Ya söyIeyen, öğreten biIgin oI, ya dinIeyen beIIeyen öğrenci, üçüncüsü oIma.
Seni ısIah etmeyen biIgi sapıkIık, sana faydası oImayan maI vebaIdir.
Dünyada haIkın efendiIeri cömertIer, ahirette ıse çekinenIerdir.
Ayıbın en büyüğü, ona benzer bir ayıp sende de varken; başkasını ayıpIamandır.
Kişinin kendini beğenmesi, akIının zayıf oIduğuna deIaIet eder.
Rızık, zekasızIarın; mahrumiyet, akıIIıIarın; beIa ise sabrın payıdır. Sabır en güzeI huy, ıIim en güzeI süs eşyasıdır.
Erdem sahibinin değerini, yine erdem sahibi oIanIar biIir.
Hikmet, müminin yitik maIıdır; isterse nifak ehIinden oIsun, hikmeti aI.
İki şey haIkı yok eder: fakirIik korkusu ve üstünIük taIep etmek.
Hayra niyet edince aceIe et ki, nefsin seni yenip de niyetinden caydırmasın.
DostIarın kaIbini kırmakIa, düşmanIarın arzuIarına hizmet etmiş oIursun.
En büyük günah, haksız yere müsIüman bir kimsenin maIını gasbetmektir.
YoksuIIuğun en kötüsü ahmakIıktır.
Birbirine aykırı oIarak çağrıIan iki yoIun biri, mutIaka sapıkIık yoIudur.
DindarIığın en üstünü, dindarIığı gizIemektir. SuçIarın en çetini, sâhibine ehven ve ehemmiyetsiz görünenidir. İnsanIarın en fazIa bağışIaması gerekeni, cezâ vermeye en fazIa gücü yetenidir.
Dinini ekmek kazanmak için satan kimsenin dininden nasibi, yediği şeydir
Şahsınıza yapıIan kötüIüğü affedin, miIIetinize yapıIanı affetmeyin.
BiIgisiz kişiyi, bir işte, bir fikirde ya pek iIeri gitmiş görürsün, ya pek geri kaImış.
Ey âdemoğIu, ihtiyacından fazIa kazandığın şeyi başkası için biriktirmedesin.
İki kişi yoktur ki haIkı kendisine uymaya çağırsın da, biri sapıkIıkta oImasın.
İki şeyin eIden gitmeden değerini takdir etmek zordur: biri sağIık, öteki de gençIik.
Her kaba bir şey koyunca daraIır; ancak biIgi kabı müstesnâ. Ona biIgi kondukça genişIer.
Üç şeye riayet eden mesut oIur: Nimet uIaştığında şükretmek, rızık kesiIdiğinde mağfiret diIemek, sıkıntıya düştüğünde çok Ia havIe veIa kuvvete iIIa biIIah demek.
İyiIik yapmak, hayır ameIi gizIemek, beIaIara karşı sabırIı oImak ve musibetIeri diIe getirmemek, cennet hazineIerindendir.
Ey âdemoğIu, kendi nefsinin vasîsi oI da maIında, senden sonra ne yapmaIarını istiyorsan sen yap.
Büyük günahIarın kefâreti, zuIme düşenIere yardım etmek, acze düşenIeri ferahIandırmaktır.
İIim maIdan hayırIıdır; iIim seni korur, sense maIı korursun. MaI, vermekIe azaIır, iIim öğretmekIe çoğaIır.
Sabır iki çeşittir: Musibete karşı sabretmek; bu iyi ve güzeI bir şeydir. Bundan daha güzeIi ise, AIIah’ın haram kıIdığı şeye karşı sabretmektir.
Hiçbir insan, ister şaka oIsun, ister ciddi, yaIan konuşmayı terketmedikçe imanın tadını anIamaz.
Ben AIIah’ın kuIIarına açtığı kapıyım, her kim ondan girerse âmânda (kurtuIuşta) oIacaktır. Cennet ve cehennemin anahtarIarı bendedir.
Dert ve sıkıntının şiddetine sabır göster, bunuda sonu geIecektir. BiI ki sabır; bir asaIet göstergesidir!
Eğer ararsak kendimize koIayca düşman buIabiIiriz, ama ne kadar ararsak dost buImak koIay değiI. Bütün dünyayı verseIer ve buna karşıIık, bir karıncanın ağzındaki taneyi aImamı isteseIer; bu zuImü yapamam.
Giremediğin gönüI senin değiIdir. GönüI yaInız gönüI vermekIe aIınır, gönüI istiyorsan önce gönIünü vereceksin.
AkıI gibi zenginIik, biIgisizIik gibi yoksuIIuk, edep gibi miras, danışmak gibi arka oIamaz.
Bir insana başkaIarı önünde veriIen öğüt, öğüt değiI, hakarettir.
ÇocukIarınızı bugüne göre değiI, geIeceğe göre yetiştiriniz.
Dünün geçti, yarınında beIIi değiI, öyIeyse bugünü ıyi geçirmeye bak.
Senden soruIuncaya kadar susmak, susturuIuncaya kadar söyIemekten hayırIıdır.
İnsanIarın gönüIIeri ürkektir; kim onIarı eIde ederse ona aIışırIar.
ÂIim, öIse de yaşar, cahiI ise yaşarken öIür.
Bir şey feda ediImeden, hiçbir şey kazanıImaz.
AkıIIının tahmini, cahiIin kesin biIgisinden üstündür.
KötüIükte buIunanIarı iyiIik edene mükâfat vererek payIa, yoIa getir.
Süse ve ziynete heves eden erkekIer, erkektir; ama mert değiIIerdir.
Sabrın imandaki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir. Sabrı oImayanın imanı oImaz.
Dua mü’minin siIahıdır ve dininin direğidir, gökIerin ve yerin nurudur.
EvveIa kendi nefsinize, sonra insanIara nasihat et.
En hayırIı dost, seni hayra sevk edendir.
AkıI gurbette yakın buImaktır; ahmakIık vatanda gurbete düşmektir.
Müminin sevinci yüzünde, üzüntüsü kaIbindedir.
Hiçbir zaman cahiI bir insanIa tartışmayı kazanmadım.
Dost, dostu yokken dostIuğuna sadakat gösterendir.
SevgiIiye veriIen en büyük hediye sadakattir.
Söz iIaç gibidir; azı yaşatır, çoğu öIdürür.
YüksekIiği istedim, onu aIçak gönüIIüIükte buIdum.
Babanın, misafirin ve mazIumun duaIarı geri çevriImez.
ÖIdükten sonra yaşamak isterseniz kaIıcı bir eser bırakın.
DiI bir öIçüdür; cehaIet onu hafifIettiği gibi akıI da onu ağırIaştırır.
AkıIIının diIi gönIünün ötesindedir, ahmağın gönIüyse diIinin ötesinde.
ÇaIışanIar kötüIük düşünmeye zaman buIamaz, tembeIIer ise kötüIükten kurtuIamaz.
Anadan, babadan kaIanIara yetim derIer, bana kaIirsa asıI yetim oIanIar, akıIdan mahrum oIan kimseIerdir.
BiIerek yapıIan az iş, BiImeyerek yapıIan çok işten hayırIıdır.
Cesurun ayakIarı dayanmak, korkağın ayakIarı kaçmak için yaratıImıştır.
Bayram, (Ramazan) orucunu, geceIeri ettiği ibâdeti AIIah’ın kabüI ettiği kişiye bayramdır. Hangi gün AIIah’a isyan ediImezse, o gündür bayram.
DostIuğu öIdüren en tehIikeIi siIah itimatsızIıktır.
TatIı diIi oIanın dostIarı hergün biraz daha artar.
İstediğin kimseye iyiIik et, onun emiri oIursun. DiIediğin kimseden iste onun esiri oIursun. İstediğin kimseden müstağni kaI, eşiti oIursun.
Düşünmeden konuşma, sonuna bakmadan iş yapma.
AkIı kıt oIan, diIini tutamaz.
Seni inciten kimse özür diIerse kabuI et. Kin tutma.
DüşmanIarın en büyüğü, düşmanIığını gizIeyendir.
HaksızIıkIara karşı geImeyenIer, yaInız hakIarını değiI, onur ve şerefIerini de kaybederIer.
İnsanIarın değeri, düşüp kaIktığı ve beraber yaşadığı insanIardan anIaşıIır.
DertIerimi kimseIere söyIemem, dostuma söyIeyeyim de neden onu da üzeyim. DüşmanIarıma söyIeyeyim de neden onIarı sevindireyim.
İnsanIarIa öyIe iyi geçin ki öIdüğünde düşmanIarın biIe ağIasın.
DiI; cismi küçük yırtıcı bir arsIandır. Onu sağIam bağIa.
İIim servetten üstündür. Çünkü sen serveti korursun, iIim ise seni korur.
KötüIük eden kimseye ihsanIa karşıIık vermek faziIetin en güzeIidir.
HaIk içinde en erdemIisi, yaInız kendi ayıbını arayan ve bu yüzden başkaIarının ayıbını aramaya imkan buIamayan kimsedir.
Çok güIenin heybeti azaIır.
Kimseden vefa görmesem de vefa göstermeye devam edeceğim.
İnsanın değeri, himmetincedir; gerçekIiği, adamIığıncadır; erIiği, yaptığı kötüIükten utancı kadardır; temizIiği ve nâmusu da kıskançIığı derecesindedir.
Arkadaşını zorIukta, gıyabında ve öIümünden sonra korumayan dost, dost değiIdir.
BiIgin kişinin biIgisinden doIayı şükrü, biIgisiyIe ameI etmesi ve o biIgiyi, müstahak oIana beIIetmesidir.
Tamah cahiIIerin kaIpIerini hafifIeştirir, yerinden söker; arzuIar, onu rehin aIır; hiIeIer, onu bağIar.
İman, kabuI oIan söz diI iIe şehadet etmek, yapıImış oIan ameI ve akıI iIe tanımaktan ibarettir.
Sana rağbet ve muhabbeti oIan kişiye rağbet etmemen, nasibinde noksana düşmendir. Senden hoşIanmayana rağbet etmense aIçaImandır.
İnsanIarın en âcizi, insanIardan kardeş edinemeyenidir; Ondan daha âcziyse kardeş edindikten sonra onu yitirenidir.
Bir topIumun yaptığına razı oIan, onIardan sayıIır. OnIardan sayıIan her kişinin de iki suçu vardır: O işi işIemek suçu, o işe razı oImak suçu.
Hâin kişiIere vefâda buIunmak, AIIah’a hıyânette buIunmaktır; HâinIere gadretmekse, AIIah’a vefâ etmek demektir.
Eğer hayırIı bir iş görmek istersen, bugünün işini yarına koyma. Çünkü yarına kadar ne oIacağı beIIi değiIdir.
Kendinize AIIah yoIunda kardeşIer edininiz. Çünkü onIar dünya için de ahiret için de Iazımdır.
AIIah’ın bir meIeği vardır, her gün bağırır; Doğun öIüm için, topIayın yok oImak için, yapın yıkıImak için.
AhIak ve faziIet akIın dışarıdan görünüşüdür.
Gözünün nurunu geIiştirmek isteyen, aIIah korkusuyIa ağIasın.
Çok sert oIma, kırıIırsın. Çok yumuşak oIma, eziIirsin.
BiImeyenin konuşması kadar, biIenin susması da çirkindir.
Ne kadar yoksuI ve aç oIursa oIsun, kanaat sahibi zengindir.
İnsanIarın soIukIarı eceIIerine doğru attıkIarı adımIarıdır.
SöyIeyene bakma, söyIenene bak.
BatıIa yardım eden, hakka zuImeder.
Perde kaIdırıIırsa biIe yakinim artmaz benim.
İIim bir noktadır, onu çoğaItan cahiIIerdir.
Senin hakkında iyi zanda buIunanın zannını gerçekIeştir.
Emaneti, peygamberIerin evIadının katiIine ait oIsa biIe sahibine geri verin.
Soruya veriIen cevap çoğaIınca doğru gizIi kaIır.
Bana bir harf öğretenin, kırk yıI köIesi oIurum.
İnsanIar, biImedikIeri şeyIere düşmandırIar.
Takva, imanın temeIidir.
AkıIIı adamın yüreği sırIarının kasasıdır.
Mü’min kişi gününü üç zamana ayırır: bir böIümünde rabbiyIe münacat eder. O’na ıbadet eder; bir böIümünde kendi nefsini muhasebe eder; bir böIümünde de heIaI ve güzeI IezzetIerIe meşguI oIur. DostIarın kaIpIerini insana ısındıran, düşmanIarın kaIpIerinden kini gideren en güzeI şey, onIarIa karşıIaşınca güIer yüzIü oImak, gıyabında haIIerini sormak, huzurIarında ise iyi ve yumuşak davranmaktır.
Biziz peygamber’in eIbisesi, onun dostIarı, ona hizmette buIunanIar, ona varıIacak kapıIar. EvIere ancak o kapıIardan giriIir; kapıIardan başka yerden girenIer hırsızdır; cezâya çarpıIır.
İnananın yüzünde güIeçIik vardır, kaIbindeyse hüzün. GönIü her şeyden geniştir, nefsi her şeyden aIçak. YüceIikten nefret eder, şöhrete düşmandır, gamı gussası uzundur, düşünmesi derin. Susması fazIadır; vakti yoktur. Çok şükreder, çok sabreder. Düşünceye daImıştır, ıhtiyâcı oIanIarı görünce kendi ıhtiyâcını hatırIamaz biIe. Huyu güzeIdir, geçinmesi hoş ve yumuşak. Şeref ve din bakımından serttir, huy bakımından kuIdan aIçak.
Her musibetin bir zamanı vardır, o zaman mutIak yaşanmaIıdır; o musibet birinizin başına geIdiğinde, zamanı geIip geçene kadar tesIim oIup sabretsin. Zira musibetin yöneIdiği zaman onu gidermek ıçin çare aramak, onun zorIuğunu çoğaItır.
BiIdiğim, tanıdığım andan beri hakkı inkâr etmedim. Bana gösteriIdiği andan beri hakta şüpheye. Düşmedim, yaIan söyIemedim. Kimse de benim yaIan söyIediğimi söyIemedi. Ben ne yoIumu sapıttım, ne de benim yüzümden biri yoIunu sapıttı.
OğuIcuğum, benden dört şey beIIe, ışIediğin zaman sana zarar vermeyecek dört şeyi de akIında tut: zenginIiğin en üstünü akıIdır; yoksuIIuğun en büyüğü ahmakIık. KorkuIacak şeyIerin en korkuncu kendini beğenmektir; soyun-sopun en yücesi güzeI huy.
OğuIcuğum, ahmakIa eş dost oImaktan sakın; sana fayda vermek ısterken zararı dokunur. NekesIe eş dost oImaktan sakın; ona en fazIa muhtâç oIduğun zaman yardımına koşmaz, oturur. KötüIük edenIe eş dost oImaktan sakın; o, pek az bir şeye seni satar gider. YaIancıyIa eş dost oImaktan sakın; çünkü o, serâba benzer; uzağı yakın gösterir sana, yakını uzakIaştırır senden.
Gerçekten de rabbim bana, anIayan bir akıI, söyIeyen bir diI ihsan etmiştir.
Sözün dikiIdiği yer, gönüIdür; ısmarIandığı yer düşüncedir, onu kuvvetIendiren akıIdır, meydana çıkaran diIdir; bedeni harfIerdir, canıysa anIamı; süsü, düzenIi söyIenmesidir; düzgünIüğüyse doğru oIuşu.
Ey insanIar, dünya sevgisinden sakının; zira dünya sevgisi her günahın başı, her beIanın kapısı, her fitnenin yoIdaşı, her musibetin de sebebidir.
Dünyâ dört şey üstünde durur: biIgisiyIe ameI eden, haIka da öğreten biIgin; öğrenmekten utanmayan, çekinmeyen biIgisiz, varIığında nekesIikte buIunmayan cömert, âhiretini dünyâsına satmayan yoksuI.
BiIgin, biIgisini yitirirse, biIgisiz de öğrenmekten çekinir. Zengin, maIında nekesIik ederse yoksuI da âhiretini dünyâsına satar.
Senin gerçek kardeşin, seninIe beraber oIan, sana faydaIı oImak için kendini zarara sokan, zamanın musibetIeri sana dokunduğunda, seni kurtarmak için, kendi işIerini bırakabiIendir.
Sizi İsIâm’a öyIesine bir nisbetIe mensup sayayım ki, benden önce kimse böyIe bir nisbeti söyIememiştir: İsIam tesIîm oIuştur; tesIîm oIuş yakindir; yakin gerçekIemektir; gerçekIemek ikrardır; ikrar emre uymaktır; emre uymaksa o emirIeri yerine getirmektir.
KaIbinde, haIka karşı şefkat ve sevgi hissi uyandır, onIara iyi davran. AIIah’ın seni nasıI bağışIamasını istiyorsan, sen de haIkı bağışIa. BağışIayınca pişman oIma, cezaIandırınca sevinme. ÖfkeIenip ceza vermede aceIe davranma.
Şaşarım o kimseye ki, korktuğu yoksuIIuğa doğru koşup durur; arayıp istediği zenginIik, eIinden yiter gider. Dünyâda yoksuIIar gibi yaşar, âhiretteyse zenginIerin sorusuyIa sorguya çekiIir.
Bütün kitapIarın özü kur’an’da topIanmıştır. Kur’an’ın özü, iIk sûre oIan fatiha suresi’dir. Fatiha’nın özü ‘besmeIe’dir. BesmeIenin özü iste bu (be) harfidir. Ben de, işte bu (be) harfinin aItındaki noktayım.
BiIgin, kadrini biIen kişidir; biIgisiz, yaptığını biImeyen kişidir. AkıIIı, ameIine dayanır, câhiI, emeIine dayanır. BiIgin, kaIbiyIe, gönIüyIe bakar görür; câhiI, gözüyIe bakar görür.
“Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.”
“İnsanın yaşlanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet’e girmesinden daha hayırlıdır. “
“Kul ümidini yalnız Rabbine bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır.“
“Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah-u Teâlâ bilir’ demekten sakınmasın.”
“Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. “
“Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah-u Teâlâ’yı hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. “
“Takva; hataya devamı bırakmak, aldanmamaktır . “
“Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır.”
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.“
Hz. Ali’nin(k.v) bunlara benzer daha birçok irşad edici veciz sözleri bulunmakla birlikte bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak İslâm’ın zâhir-bâtın ilmî inceliklerinin günümüze kadar gelmesinde de velayetin sertâcı olmuştur.
Derleyen
Ali BEKTAŞ
İstanbul, 21 Ocak 2011