Ebû Abdillâh el-Hüseyn b. Alî b. Ebî Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî eş-Şehîd (ö. 61/680) Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin küçük oğlu, Kerbelâ şehidi.
5 Şâban 4 yılında (10 Ocak 626) Medine’de doğdu. “Şehîd” lakabıyla meşhurdur. Göğsünden aşağısının dedesine çok benzediği rivayet edilir. Doğduğu zaman Hz. Peygamber, ağabeyi Hz. İmam Hasan’a yaptığı gibi o güne kadar Araplarca pek bilinmeyen adını kulağına bizzat ezan okuyarak koydu ve doğumunun yedinci gününde akîka kurbanı kestirip Hz. Fâtıma’dan saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtmasını istedi. Hz. Hüseyin, ağabeyi Hz. İmam Hasan ile birlikte tâbiînden Ebû Abdurrahman es-Sülemî’den kıraat öğrendi; dedesiyle annesinden ve babasından, sekiz hadis rivayet etti.
Hz. İmam Hüseyin de ağabeyi Hz. İmam Hasan gibi ilk iki halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almadı. Hz. Osman zamanında Saîd b. Âs’ın Kûfe’den Horasan’a yaptığı sefere (30/651) ağabeyi ile birlikte katıldı. Daha sonra Hz. Osman’ın evini kuşatan isyancılara karşı babası Hz. Ali tarafından yine ağabeyi ile birlikte halifeyi korumak ve evine su taşımak üzere görevlendirildi.
Babasının halifeliği sırasında Hz. İmam Hüseyin Kûfe’ye giderek onun bütün seferlerine katıldı; şehâdetinden sonra da yine onun vasiyetine uyarak ağabeyine itaat etti. Bu arada Hz. İmam Hasan muâviye ile anlaşmaya karar verdiği zaman ona karşı çıkmak istediyse de itirazının reddedilmesi üzerine vazgeçti ve beraberinde Medine’ye gitti.
Daha sonra Hz. İmam Hüseyin bu anlaşma dolayısıyla muâviye’nin tahsis ettiği yıllık 2 milyon dirhemi onun vefatına kadar aldı ve daima ağabeyinin yanında bulundu. Hz. İmam Hasan’ın vefatından (49/669) sonra ise I. yezîd’in hilâfet makamına gelişine kadar (60/680) kendini ibadete vererek zühd ve takvâya dayalı bir hayat sürdürdü.
Hz. İmam Hüseyin’e ağabeyinin vefatı üzerine imam sıfatıyla biat edildiğine veya onun muâviye aleyhine faaliyette bulunduğuna yahut kendi imâmeti için harekete geçtiğine dair ilk Sünnî ve Şiî kaynaklarında herhangi bir rivayete rastlanmaz; aksine bu husustaki birtakım kıpırdanışlara fırsat vermediği söylenir.
Meselâ Hz. İmam Hasan’ın vefat haberi Kûfe’ye ulaşınca taraftarları Hz. İmam Hüseyin’e, babasıyla ağabeyinin intikamını almak için emrini beklediklerini bildiren bir mektup göndermişlerdi.
Hucr b. Adî’nin, muâviye’nin emriyle başlatılan camilerde Hz. İmam Ali’ye hakaret etme faaliyetine karşı çıktığı için öldürülmesi üzerine (51/671), Kûfe’nin ileri gelenlerinden bir kişi hem bu haberi iletmek hem de Hz. İmam Hüseyin’i Kûfe’ye getirmek amacıyla Medine’ye gitmiş, durumdan haberdar olan muâviye Hz. İmam Hüseyin’e fitne çıkarmak isteyen kimselere fırsat vermemesi konusunda tavsiyede bulunmuş, o da cevabî mektubunda, “Seninle savaşmak ve sana karşı çıkmak niyetinde değilim” demiştir.
Bununla birlikte Hz. İmam Hüseyin’in muâviye’ye karşı takındığı olumlu tavrı 56 (676) yılından sonra değiştirdiği muhakkaktır; çünkü bu yılda muâviye’nin, oğlu yezîd’e biat edilmesini istemesi pek çok Müslüman gibi Hz. İmam Hüseyin’i de rahatsız etmiştir.
Medine Valisi Mervân, muâviye’nin yerine halef tayin ettiği oğlu yezîd’e kendi adına biat almasını isteyen mektubunu Mescid-i Nebevî’de okuyunca halk feveran etti. Abdurrahman b. Ebû Bekir Mervân’a, daha başlangıçta gerek kendisinin gerek muâviye’nin yalan söylediğini ve saltanatı babadan oğula intikal ettiren Bizans sistemini müslümanların başına getirmek istediklerini söyleyerek bu teklife karşı çıkarken Abdullah b. Ömer, yezîd’in fâsıklığını, Abdullah b. Zübeyr ise Allah’a karşı gelene itaatin câiz olmadığını öne sürerek açıkça itirazda bulundular ve biata yanaşmadılar; Hz. İmam Hüseyin de onlarla aynı fikirdeydi.
Mervân’ın bu durumu bildirmesi üzerine muâviye hemen Medine’ye gitti ve muhalefet eden kişileri çeşitli tehditlerle biata zorladı fakat başaramadı. muâviye’nin ölümü üzerine (60/680) hilâfet mevkiine gelen yezîd, Medine Valisi Velîd b. Utbe b. Ebû Süfyân’dan her ne şekilde olursa olsun Hz. İmam Hüseyin ve diğerlerinden biat almasını istedi. Velîd, henüz muâviye’nin ölüm haberi duyulmadan Hz. İmam Hüseyin ile Abdullah b. Zübeyr’i Mervân ile de istişare ederek yanına çağırttı.
Fakat onlar muâviye’nin öldüğünü ve haberin halk tarafından duyulmasından önce biatlarının alınmak istendiğini anladılar. İbnü’z-Zübeyr Mekke’ye kaçtı; Hz. İmam Hüseyin ise Velîd ile görüşmeye gittiğinde, “Benim gibi bir adam gizlice biat edemez; zaten sen de halk katında açıkça yapmadığım bir biata razı olmazsın” diyerek ertesi gün halkın önünde biat edeceğini bildirdi.
Mervân Velîd’e, yanından ayrılmadan önce Hz. İmam Hüseyin’in biatını sağlamasını veya boynunu vurdurmasını tavsiye etti; ancak Velîd, “Sen benim için dinimi yıkacak bir şey tavsiye ediyorsun. Yemin ederim ki Hüseyin’i öldürmek suretiyle dünyanın her yanına, üzerine güneşin doğup battığı bütün mal ve mülküne sahip olacağımı bilsem yine de bunu istemem” diyerek tavsiyesini reddetti.
Velîd’in yanından ayrılan Hz. İmam Hüseyin 28 Receb 60 (4 Mayıs 680) gecesi, kendisine şu anda böyle bir harekette bulunmasının yanlış olduğunu söyleyen baba bir kardeşi Muhammed b. Hanefiyye hariç bütün aile fertlerini yanına alıp Mekke’ye doğru yola çıktı.
Hz. İmam Hüseyin’in yezîd’e biat etmeyip Mekke’ye gittiğini haber alan Kûfeliler’den Şebes b. Rib‘î ve Süleyman b. Surad gibi bazı ileri gelenler onu hilâfete getirmek için kendisine davet mektupları yazdılar, ayrıca Ebû Abdullah el-Cedelî başkanlığında bir heyet gönderdiler.
Bunun üzerine Hz. İmam Hüseyin, durumu yerinde incelemesi için amcasının oğlu Müslim b. Akīl’i Kûfe’ye yolladı. 5 Şevval 60 (9 Temmuz 680) tarihinde şehre ulaşan Müslim İbn Avsece’nin evine indi ve Hz. İmam Hüseyin adına biat almaya başladı. İlk aşamada 12-30.000 kişinin biat ettiği ve hatta Müslim’in Kûfe Mescidi’nde açıkça bir konuşma dahi yaptığı rivayet edilmektedir.
yezîd, Müslim’in bu faaliyetini öğrenince Kûfe Valisi Nu‘mân b. Beşîr el-Ensârî’yi görevden alarak yerine Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ı tayin etti ve ondan Müslim’i şehirden çıkarmasını veya öldürmesini istedi. Ubeydullah’ın Hz. İmam Hüseyin taraftarlarını ürküten tedbirler alması üzerine Müslim daha nüfuzlu bir kişi olan Hâni’ b. Urve el-Murâdî’nin evine yerleşti ve halkı ayaklanmaya çağırdı; hatta Ubeydullah’ın kasrını kuşattı.
Ancak Ubeydullah’ın safında yer alan Kûfe ileri gelenlerinin nasihat ve tehditleri üzerine ayaklanan halk dağılmaya başladı ve geceye doğru Müslim’in yanında sadece otuz kişi kaldı; daha sonra onlar da dağıldı.
Bu gelişmeler üzerine geceleyin Kinde kabilesine mensup Tav‘a adlı bir kadının evine saklanan Müslim ihbar üzerine yakalanarak öldürüldü (8 veya 9 Zilhicce 60/9 veya 10 Eylül 680). Bu yüzden Kûfeliler’den biat aldığını daha önce mektupla haber verdiği Hz. İmam Hüseyin’e onların sözlerinden döndüğünü bildiremedi.
Hz. İmam Hüseyin yeni gelişen olaylardan haberi olmadığı için Kûfe’ye hareket etmeye karar verdi. Her ne kadar Abdullah b. Abbas ona, Kûfeliler’in babasıyla ağabeyine yaptıklarını hatırlatıp sözünde durmayan bu insanların davetine uymamasını ve eğer Mekke’de kalmak istemiyorsa Yemen’e gidip orada Müslim’in hâkimiyet kurmasını beklemesinin daha iyi olacağını söylediyse de Hz.İmam Hüseyin kararından dönmedi. yezîd’in halifeliğini tanımayan Abdullah b. Zübeyr ise Mekke’de kalmasını teklif etti ve biat almasına kendisinin de yardımcı olabileceğini bildirdi.
Abdullah b. Ömer ve Ömer b. Abdurrahman b. Hâris gibi şahıslar da kesinlikle Kûfe’ye gitmemesini istediler, İbn Abbas ise hiç değilse yalnız gitmesini önerdi. Fakat Hz. İmam Hüseyin, 8 Zilhicce 60 (9 Eylül 680) tarihinde umresini tamamladıktan sonra ailesi ve bazı taraftarlarıyla birlikte Kûfe’ye hareket etti.
Birkaç gün sonra, bütün ailesini yanına aldığı için başlarına bir şey gelirse bunun soyunun tükenmesi demek olacağı endişesine kapılan amcasının oğlu Abdullah b. Ca‘fer önce bir mektup yazarak durmasını istedi; sonra da Mekke Valisi Amr b. Saîd b. Âs el-Eşdak’tan onun adına eman alarak kendisine gönderdi.
Ancak Hz. İmam Hüseyin, rüyasında Resûlullah’ı gördüğünü ve ister lehine ister aleyhine sonuçlansın başladığı işi tamamlamakla emrolunduğunu söyleyerek geri dönmeyi reddetti.
Yolda şair Ferezdak ile karşılaşıp Kûfe’deki durumu sorunca, “Halkın kalbi seninle, kılıçları benî ümeyye iledir; ilâhî takdir ise gökten iner ve Allah dilediğini yapar” cevabını aldığı halde, “Doğru söyledin, Allah’ın dediği olur, Allah dilediğini işler ve rabbimiz her gün yeni bir iştedir. Takdir hoşumuza gidecek şekilde olursa nimetlerinden dolayı Allah’a şükrederiz; O şükredenlerin yardımcısıdır. Eğer takdir umulandan başka türlü çıkarsa niyeti hak ve takvâsı da teneşir tahtası olan kimse elbette taşkınlık göstermez” diyerek yolculuğunu sürdürdü.
Ancak daha sonra Sa‘lebiyye’de karşılaştığı iki yolcudan Kûfeliler’in biatlarından caydığını ve Müslim b. Akīl ile Hâni’ b. Urve’nin öldürüldüğünü öğrenince geri dönmek istedi; fakat bu defa da Müslim’in oğulları ve kardeşlerinin ısrarı üzerine yola devam etmeye mecbur oldu.
Bu arada taraftarlarına isteyenlerin ayrılabileceğini söyledi, onlar da ayrıldılar; yanında sadece aile fertleriyle birlikte yaklaşık yetmiş kişi kaldı. Böylece sayısı azalan kafile Ninevâ bölgesindeki Kerbelâ’ya vardı. (2 Muharrem 61/2 Ekim 680)
Kûfe Valisi Ubeydullah’ın emriyle kafileyi uzun süredir 1000 kişilik kuvvetiyle gözetlemekte olan Hür b. yezîd Hz. İmam Hüseyin’in Kerbelâ’ya ulaştığını valiye bildirdi; o da kafilenin sarp ve müstahkem yerlere sığınmasına engel olunmasını, susuz ve savunmasız bir yerde konaklamaya mecbur edilmesini istedi.
Rey valiliğine getirilen Ömer b. Sa‘d b. Ebû Vakkās’a da ordusuyla Hz. İmam Hüseyin üzerine yürümesini ve bu meseleyi halletmesini emretti. Ömer b. Sa‘d önce bu işe yanaşmak istemediyse de yoğun ısrar ve görevden alınma tehdidi karşısında kafilenin üstüne yürüdü.
Hz. İmam Hüseyin, Ömer’in gönderdiği elçiye kendisini Kûfeliler’in çağırdığını, 18.000 kişinin biat ettikten sonra biatlarını bozduğunu, dönüp gitmek istediğinde de Hür b. Yezîd’in engel olduğunu ve kendisini buraya kadar gelmek zorunda bıraktığını anlattı ve, “İzin verin dönüp gideyim” dedi.
Ömer b. Sa‘d, Hz. İmam Hüseyin ile çarpışmak istemediği için bu cevaptan memnun kaldı ve durumu Ubeydullah b. Ziyâd’a bildirdi. Ubeydullah ise yezîd’e biatı önermesini ve reddi halinde kafilenin su ile irtibatını kesmesini istedi. Bunun üzerine Ömer, Hz. İmam Hüseyin’i Kûfe’ye çağıranlar arasında bulunan Amr b. Haccâc’ı su yollarını kesmekle görevlendirdi; sonra da birkaç defa Hüseyin’le gizlice görüştü.
Aralarında ne konuştukları tam olarak bilinmemekle beraber tahminlere göre Hz. İmam Hüseyin şu teklifleri yapmıştır: Geldiği yere dönmek, bizzat yezîd’e gidip biat etmek veya İslâm serhadlerinden birinde cihadla meşgul olmak. Ömer, kabul edilebileceği ve böylece kendisinin de bu sıkıntılı işten kurtulacağı ümidiyle teklifi Ubeydullah b. Ziyâd’a bildirdi.
Ubeydullah önce bu teklifi uygun gördüyse de Sıffîn’de Hz. İmam Ali’nin safında çarpışanlardan Şemir b. Zülcevşen ona önemli bir fırsatı kaçırmış olacağını hatırlatarak Fırat nehriyle irtibatı kesilmiş ümitsizlik içindeki Hz. İmam Hüseyin’i isteğine boyun eğdirmesini veya cezalandırmasını söyledi, ayrıca onun Ömer ile geceleri gizlice görüştüğünü belirtti.
Bunun üzerine Ubeydullah, Şemir ile Ömer’e bir mektup göndererek Hüseyin’in doğrudan kendisine teslim olmasını sağlamasını, bunu başaramazsa onunla savaşmasını, aksi takdirde kumandayı şemir’e bırakmasını emretti. şemir karargâha 9 Muharrem Perşembe günü ulaştı.
Ömer b. Sa‘d kumandayı, dolayısıyla kazandığı dünyalığı elden kaçırmamak için bu görevi yerine getireceğini söyledi. Hz. İmam Hüseyin ve yanındakiler o geceyi dua, namaz ve istiğfarla geçirdiler.
Ertesi gün Hz. İmam Hüseyin gerekli savaş hazırlıklarını yaptıktan sonra atına bindi ve önünde bir mushaf olduğu halde Ömer’in ordusuna yaklaşarak kendisinin buraya geliş amacını anlamaları, hakkında insaflı hüküm vermeleri halinde saadete kavuşacaklarını ve üzerine yürümelerine gerek kalmayacağını, mazeretini dikkate almamaları durumunda ise istediklerini yapmalarını söyledi.
Bazı kaynaklara göre Hz. İmam Hüseyin bu konuşmasında anne babasının ve amcalarının İslâm’a hizmetlerini dile getirmiş, Resûl-i Ekrem’in kendisi hakkındaki övücü ifadelerinden söz etmiş ve kanını akıtmanın büyük vebal doğuracağını hatırlatmıştır. Hz. İmam Hüseyin’in bu konuşması üzerine Hür b. yezîd yaptıklarına pişman olarak onun safına geçti.
Ömer b. Sa‘d’ın sancağıyla gelip ilk oku atması üzerine başlayan savaş birbirine denk olmayan bu kuvvetler arasında tam bir dram şeklinde devam etti ve Hz. İmam Hüseyin’in savaşa başlarken yirmi üç süvariyle kırk piyadeden oluşan askerleri kısa sürede azaldı.
Savaşın sonlarında artık sıcak ve susuzluktan bitkin hale düşen bu az sayıdaki insanın başında piyade olarak cesaretle dövüşen Hz. İmam Hüseyin’e şemir b. Zülcevşen’in emriyle her taraftan hücum edildi.
Sinân b. Enes en-Nehaî önce bir harbe saplayıp onu yere düşürdü, sonra da atından inerek saçlarını ve daha sonra başını kesti; oradakiler de naaşını soyup her şeyini, ardından da çadırları yağmaladılar. Bu arada Hz. İmam Hüseyin’in hasta yatağındaki oğlu Ali Zeynelâbidîn öldürülmek istendiyse de Ömer b. Sa‘d buna engel oldu (10 Muharrem 61/10 Ekim 680). Şehidler, ertesi gün Benî Esed mensuplarının ikamet ettiği Gâdiriye köylülerince toprağa verildi.
Hz. İmam Hüseyin’in kesik başı ve esirler Dımaşk’a gönderildiğinde yezîd görünüşte üzülmüş ve Hüseyin’i öldürtmesi sebebiyle Ubeydullah b. Ziyâd’a lânet etmiştir. Ancak onun bu üzüntüsünde samimi olduğunu söylemek mümkün değildir.
Çünkü gerçekten üzülmüş olsaydı Ubeydullah, şemir ve diğerlerini hiç değilse görevlerinden alması gerekirdi; ayrıca öldürme emrini verenin bizzat kendisinin verdiği bütün kaynaklarca doğrulanmaktadır.
Bununla beraber Hz. İmam Hüseyin’in katliamdan kurtulan oğlu, kızları, kız kardeşi ve Tâliboğulları’ndan diğer esirler Dımaşk’ta birkaç gün tutulduktan sonra yezîd tarafından bir muhafız birliği refakatinde Medine’ye gönderilmiştir.
Hz. İmam Hüseyin’in başının nereye gömüldüğü konusu ihtilâflıdır. Medine’de Bakī‘ Mezarlığı’na, Necef’te babasının yanına, Kûfe dışında bir yere, Kerbelâ’da vücudunun konulduğu kabre, Dımaşk’ta bilinmeyen bir yere, Rakka’ya, hatta Kahire’ye gömüldüğüne dair rivayetler bulunmakta ve bunlardan birincisi daha güçlü bir ihtimal olarak görülmektedir.
Kaynaklar Resûl-i Ekrem’in iki torununu çok sevdiğini, isteklerini tereddütsüz yerine getirdiğini, onlarla oyun oynadığını, sırtına bindirip gezdirdiğini, hatta secdede iken üstüne çıktıklarında inmelerine kadar beklediğini yazar ve onlara olan düşkünlüğünü gösteren birçok rivayet nakleder.
Bir gün Hz. Peygamber minberde iken Hz. İmam Hasan ile Hz. İmam Hüseyin’in düşe kalka mescide girdiklerini görünce konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları kucaklamış ve “Cenâb-ı Hak, ‘Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir’ derken ne kadar doğru söylemiş; onları görünce dayanamadım” dedikten sonra konuşmasını sürdürmüştür.
Müslümanların Ehl-i beyt’e ve âl-i abâya dahil olan Hz. İmam Hasan ile Hz. İmam Hüseyin’e duyduğu sevgi ve şefkat Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra da devam etmiştir.
Hz. İmam Hüseyin Resûlullah’ın sevgili torunu, emaneti ve reyhânesi (çiçek demeti) denilerek Müslümanlardan daima sevgi, şefkat ve bağlılık görmüş, böylece altı yaşında kaybettiği dedesinin ve annesinin yokluğunu fazlaca hissetmemiştir. Ayrıca ağabeyi Hz. İmam Hasan ile birlikte bütün İslâm dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Cenab-ı Resûlullah’ın sevgili torunu sıfatıyla daima sevilmiş, sayılmış ve adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır.
Şiî dünyası, Şiîliğin hareket noktası ve temel şahsiyeti Hz. İmam Ali olmakla birlikte, şehit edilişinin arka planında varlığını sürdürebilen güçlü bir siyasî kuruluş bulunmadığından bu olayla fazla ilgilenmemiş, Hz. İmam Hüseyin’in şehâdetini ise Şiîliğe hayat veren bir kaynak telakki ederek içtimaî ve siyasî hayatın parolası haline getirmiştir.
Bugün İslâm dünyasının en büyük azınlık mezhebini oluşturan İsnâaşeriyye İmâmiyyesi’nin özellikle duygu ve gönül hayatını Hz. İmam Hüseyin sevgisi yönlendirmektedir. Hz. İmam Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişinin hatırasını anmak için yapılan ve “tâziye” denilen yas merasimleri, onu imamların üçüncüsü ve on dört ma‘sûm-ı pâkin (çârdeh ma‘sûm-i pâk) beşincisi kabul eden Şiî dünyasında başlı başına bir olaydır.
Ancak Sünnîler’in tuttukları 10 (veya 9, 10, 11) Muharrem orucunun Kerbelâ tâziyesiyle bir ilgisi yoktur. Hz. İmam Hüseyin’in acıklı sonu İslâm edebiyatında başlı başına bir tür oluşturmuş ve özellikle tâziye törenlerinde okunmak üzere Şiî şair ve edipleri tarafından “maktel” veya “maktel-i Hüseyin” denilen mersiye ve okuma parçaları kaleme alınmıştır.
Hz. İmam Hüseyin’in çocuklarından Ali el-Ekber Kerbelâ’da kendisiyle birlikte şehid olmuş, Ca‘fer ve Abdullah adlı oğullarından devam etmeyen soyu diğer oğlu Ali Zeynelâbidîn’den devam ederek seyyid unvanıyla tanınmıştır. Ayrıca Fâtıma ve Sekîne adlı iki de kızı vardı.
Bir Hüseyin ki şehadetinden sonra yüzyıllar geçtiği halde, sevenlerin gönüllerinde... Bir Hüseyin ki anıldıkça şehit olmada... Bir Hüseyin ki her an zulme kıyam etmede... Bir Hüseyin ki zulme uğrayanlara her an güç kuvvet vermede… Bir Hüseyin ki her an zulme karşı durmada… Bir Hüseyin ki her an Hakk’ı izhar etmede…
Hz.İmam Hüseyin’in özlü sözlerinden birkaçı;
Akıl, ancak hakka uymakla kâmil olur.
Gıybet etmekten sakın. Çünkü Gıybet, cehennem köpeklerinin katığıdır.
Zenginlik nedir? Diye sorduklarında: “Arzuların az olması ve yeterli olan rızka razı olmaktır.” buyurdular.
Ey insanlar! Adı yüce olan Allah Teala, kullarını sırf O’nu bilip tanımaları için yaratmıştır. O’nu tanıyınca, O’na ibadet edilir, O’na kullukta bulunulur. O’na kulluk edense, O’ndan başkasına kulluk etmekten müstağni olur. Allah’a kulluk etmeyen her kimse bilsin ki gideceği yer ona çok yakındır ve o her kimse kendini çok büyük zannetmesin herşeyin yaratıcısı Allah’a kulluk etmeyi ihmal etmeyin.
Gerçek cimri, selam vermekte cimrilik yapan kimsedir. İnsanların en cömerdi istemeden veren, en asili de intikama gücü yeterken bağışlayandır. Bilin ki, insanların size olan ihtiyaçları, Allah’ın size verdiği nimetlerdendir. Öyleyse o nimetlerden bıkmayın, yoksa belaya dönüşür. Cömertlik eden yücelir, cimrilik yapan ise alçalır.
Eğer dünya hayatı bazılarının nazarında değerli sayılıyorsa, Allah’ın mükâfat evi (cenneti) daha yüce ve daha değerlidir.
Farz olan cihatlardan biri, insanın kendisini günahtan koruması için nefsi ile cihat etmesidir. İşte bu cihat, cihatların en büyüğüdür.
Kim, bir Mûmin’in gam ve üzüntüsünü giderirse, Allah-u Teala onun dünya ve ahiret üzüntülerini giderir.
Alimin nişanelerinden biri de kendi sözünü eleştirmesi ve muhtelif görüşlerin hakikatinden haberdar olmasıdır.
İnsanlar dünya kullarıdır; Din ise onların dillerine bir yalaktır; Din’in sayesinde geçimlerini sağladıkları müddetçe onu koruyup gözetirler; (Ama) Zorluklarla imtihan edildiklerinde dindarlar azalır.
Seni seven, kötü işlerden seni sakındırır; Senden nefret eden ise seni bu işlere teşvik eder.
Bü üç kimsenin dışında hiç kimseye ağız açma; Dindar, yiğit ve soylu. Çünkü, Dindar kendi dinini koruması için ihtiyacı karşılar. Yiğit’de (seni ümitsiz etmeyi) kendi yiğitliğine sığdırmaz, utanır. Soylu ise ihtiyacın için yüzünün suyunu dökmeye mecbur kaldığını bildiğinden, haysiyetini korumak için seni eli boş geri çevirmez.
Eğer bu bedenler ölüm için yaratılmışsa, insanın Allah yolunda kılıçla öldürülmesi daha üstündür.
Selamın yetmiş hasenesi sevabı vardır; Altmış dokuzu selam verene, biri ise selamın cevabını alan kimseyedir.
İmam(As) oğlu Seccad(As)’a şöyle buyurdu; ‘‘Ey oğlum! Allah’tan başka yardımcısı olmayan kimseye zulmetmekten sakın.’’
Kardeşler dört kısımdır;
1-Sana ve kendine yararı olan.
2-Sana ve kendine zararı olan.
3-Senin zararına olan.
4-Ne sana ve ne de kendine yararı olan.
Allah’ı öfkelendirmekle halkın rızasını kazanmak isteyen bir kavim, kurtuluşa erememiştir.
Ben sizi Allah’ın kitabına ve Resulü’nün sünnetine çağırıyorum: Gerçekten sünnet öldürülmüş ve bidat diriltilmiştir. Ben azgınlık, makam, fesat çıkarmak ve zulüm yapmak için Medine’den ayrılmadım. Ben ceddim’in ümmetini ıslah etmek, marufa emir, münkeri nehyetmek, ceddim Resulullah’ın (s.a.v) ve babam Ali’nin (a.s) çizgisinde hareket etmek için kıyam ettim. Heyhat! Zillet boyun eğmek bizden uzaktır. Bir Müslüman kardeşin senden ayrıldığında, arkanda söylemesini sevmediğin şeyi sen de onun arkasından söyleme.
Eğer rızklar takdir edilip bölünmüşse, servet elde etmekte insanın hırsının azlığı daha güzeldir.
Hz. Resulullah’ın (s.a.v) şu sözü benim için ispatlanmış durumdadır: ‘‘Namazdan sonra amellerin en hayırlı olanı, günah olmayan bir şekilde mümini sevindirmek ve neşelenmesini (mesrur olmasını) sağlamaktır.’’
Allah, gücünü aldığı kimseden itaat istemediği gibi, teklif yükünü de ondan kaldırır.
Ey insanlar! Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: “Kim, Allah’ın haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulünün sünnetine muhalif olan, kulları arasında günah ve zulüm yapan zalim bir yönetici görür de fiil ve sözüyle ona karşı çıkmazsa, Allah-u Teala onu da, o zalim yöneticiyi sokacağı yere (cehenneme) sokar.’’
Kıyamet günü, yalnız Dünya’da Allah’tan korkan kimse emniyette olabilir.
Bazıları Allah’tan bir şey umarak ibadet ederler; Bu tacirlerin ibadetidir. Bazıları da korkarak ibadet ederler; Bu da kölelerin ibadetidir. Bazıları ise Allah’a şükür olarak ibadet ederler; Bu da hür insanların ibadetidir. İşte en faziletli ibadet budur.
Allah’ın, kendi kulunu istidracı gafil avlaması, ona bol nimet verip şükretmek (hususunda) başarısız kılmasıdır. Fırsatı elinden kaçıncaya kadar nimetle meşgul olup velinimetini hatılamamasıdır.
Allah korkusundan ağlamak, cehennem ateşinden kurtulmaya sebep olur.
Size bir ihtiyacını söyleyip el açan biri, böylece onurunu size takdim ediyor demektir; o halde siz de kendi onurunuza saygılı davranın ve onun ihtiyacını giderin.
Eğer dünya malını toplamak ondan bir gün el çekmek içinse, insanın böyle bir servet hakkında cimrilik yapmaması gerekir.
İyiliklerde yarışın ve manevi ganimetleri elde etmeye koşun.
Allah’a isyan ederek bir şeye ulaşmak isteyen kimse umduğundan uzaklaşarak, korktuğu şeye yaklaşmaktadır.
Özür dilenecek hareketten sakın. Zira Mû’min ne suç işler ve ne de özür diler. Ama Mûnafık her gün suç işleyip özür diler.
Hakka amel edilmediğini ve bâtıldan da kaçınılmadığını görmüyor musunuz? Böyle bir durumda Mû’minin ölümü arzulaması haktır. Ben ölümü saadet, zalimlerle yaşamayı ise alçaklık biliyorum.
Derleyen
Ali BEKTAŞ
İstanbul, 21 Şubat 2012