Ebü’l-Hasen Alî er-Rızâ b. Mûsâ el-Kâzım (ö. 203/819)
Büyük bir ihtimalle 153’te (770) Medine’de doğdu. Doğum yılı bir rivayete göre 148 (765) diğer bir rivayete göre ise 151’dir. (768) Babası Mûsâ el-Kâzım da Ebü’l-Hasan künyesiyle tanındığından Ali er-Rızâ, karışıklığı önlemek için Ebü’l-Hasan es-Sânî ve Ebû Bekir künyeleriyle anılmıştır. Kendisine Sâbir, Râzî, Vefî ve Rızâ gibi çeşitli lakaplar verilmiş olup bunlar içinde en meşhur olanı ise Halife Me’mun tarafından verilen er-Rızâ’dır. Halife bu lakabı O’na ilim, ibadet, zühd ve takvâ gibi üstün meziyetleri dolayısıyla vermiştir. Kaynaklar, Ali’nin bu lakapla çağırılmaktan hoşlanmadığını ve sırf halifenin ısrarı karşısında bunu kabul etmek zorunda kaldığını kaydetmiştir.
Babası Mûsâ el-Kâzım, annesi ise Habeşistanlı veya Sudanlı bir câriye (ümmü veled) olup adı hakkında çeşitli rivayetler vardır (Sükeyne, Ümmü’l-benîn, Şehd, Neciyye, Necme, Şakrâ’ vb.) Çocuklarının sayısı ve adları kesin olarak bilinmemektedir. Sadece Muhammed el-Cevâd’ el Tâkî’nin onun oğlu olduğuna dair ittifak vardır. Ayrıca Hasan, Ca‘fer, İbrâhim, Hüseyin, Muhammed el-Kāni‘ ve Âişe adlarında daha başka çocuklarının bulunduğu nakledilmekteyse de bu bilgiler kesin değildir.
Ali er-Rızâ, Mescid-i Nebevî’de ilim meclisi kurup hayatını öğretimle geçirmiş, fetvalar vermiş ve ömrünün son yıllarına kadar siyasetten uzak kalmıştır. Ancak 816 yılında halife Me’mûn’un davetiyle Merv’e gitmesinden sonra, istemeyerek de olsa siyasete karışmıştır. Me’mûn, Ali er-Rızâ’nın Merv’e gelmesini sağlamak için Recâ b. Ebü’d-Dahhâk’i Medine’ye göndermiştir. Merv’e gitmek üzere Recâ ile birlikte yola çıkan Ali er-Rızâ, sırasıyla Mekke, Kûfe, Nibâc, Basra, Erbuk, Horasan, Nîsâbur ve Serahs’a uğramiştir. Şiî rivayetlere göre Nîsâbur’da suyu az akan ve bugün Aynü’l-Kehlân adı verilen bir pınara uğraması üzerine pınarın suyu çoğalmıştır. Şiîler, bu sebeple bu pınarı mukaddes sayıp hâlâ ziyaret ederler.
Ali er-Rızâ Nîsâbur’da muhaddis Ebû Zür‘a er-Râzî ve Muhammed b. Eslem et-Tûsî ile karşılaşmış ve onlara hadis rivayet etmiştir. Merv’e ulaştığında kendisini iyi karşılayan Me’mûn, yakın çevresi ile sayıları 33.000’i bulan Abbasoğulları’nı toplamıştır. Bunlara yaptığı konuşmada veliahtlığa Ali er-Rızâ’dan daha lâyık birini bulamadığını belirterek onu veliaht ilân etmiştir. (817)
Önceleri bu görevi kabul etmek istemeyen Ali er-Rızâ, iki ay direndiyse de sonunda Me’mûn’un ısrarına dayanamamış ve halife tarafından hazırlatılan ahidnâmeyi imzalamak zorunda kalmıştır. Daha sonra Me’mûn, sahih kabul edilen rivayete göre kız kardeşi Ümmü Habîbe’yi Ali er-Rızâ ile, kızı Ümmü’l-Fazl’ı da Ali er-Rızâ’nın oğlu Muhammed el-Cevâd el Tâkî ile evlendirmiş; bayrağının ve askerlerinin üniformasının rengini Abbâsî rengi olan siyah yerine yeşile çevirmiş; kendisinin ve Ali er-Rızâ’nın adını taşıyan altın ve gümüş paralar bastırmıştır. Me’mûn’un veliahtlığa Ali evlâdından birini getirmesi, özellikle Bağdat’taki Abbâsîler’in ayaklanmasına ve Me’mûn’u azledip amcası İbrâhim b. Mehdî’ye biat etmelerine yol açmıştır. (817) Haberi duyan Me’mûn, yanında Ali er-Rızâ olduğu halde bir ordu ile Bağdat’a doğru yola çıkmıştır. Tûs’un Nûkan kasabasına geldiklerinde Ali er-Rızâ bir rivayete göre fazla üzüm yemesi, başka bir rivayete -Şiî kaynaklara- göre Ali b. Hişâm tarafından verilen zehirli bir narı yemesi, başka bir rivayete göre ise hizmetçinin hazırladığı ve bizzat halifenin sunduğu zehirli nar suyunu içmesi sonucu âniden hastalanmış ve üç gün sonra da vefat etmiştir. (29 Safer 203/5 Eylül 818)
Ali er-Rızâ’nın ölümüne son derece üzülen ve göz yaşları döken Me’mûn, cenaze namazını bizzat kıldırmış ve O’nu babası Hârûnürreşîd’in yanına defnetmiştir. Daha önce Tûs adını taşıyan bu yöreye, Ali er-Rızâ’nın hâtırasını yaşatmak için Meşhed adı verilmiştir. Ali er-Rızâ’ya ölümünden sonra birçok mersiye yazılmış, sonraları kabri üzerine içi değerli madenlerle tezyin edilen bir türbe yapılmış ve burayı ziyaret etmek Şiîler’ce günümüze kadar yaşatılan kutsal bir görev kabul edilmiştir.
Ali er-Rızâ hadis, fıkıh ve tıp alanında isim yapmıştır. Hadiste, kaynağı babasıdır. Ondan da oğlu Muhammed el-Cevâd, Ebû Osman el-Mâzenî, Abdüsselâm b. Sâlih el-Herevî, Eyyûb b. Mansûr en-Nîsâbûrî, Ahmed b. Âmir et-Tâî, Abdullah b. Abbas el-Kazvînî gibi râviler hadis rivayet etmişlerdir. Ancak bu râvilerin çoğu hadis ilminde zayıf kabul edilen aşırı Şiîler’dir. Nitekim kendisine isnad edilerek nakledilen hadisler hayret vericidir. Bu hadislerden birine göre güya Hz. Peygamber şöyle buyurmuş: “Göğe çıkarıldığım zaman (Mi‘rac gecesi) terim yere düştü ve gül ondan bitti. Kim benim kokumu almak isterse gülü koklasın” (İbn Hibbân, II, 106).
İbnü’l-İmâd, ilim ve fazilet sahibi olan Ali er-Rızâ’nın yalan söylemesinin mümkün olmadığını ifade ederek ondan bu nevi hadisleri rivayet edenlerin yalancı olduğunu kaydetmiştir. (bk. Şezerât, II, 6) Kur’an’ı üç günde bir hatmettiği rivayet edilen Ali er-Rızâ, âyetler üzerinde düşünmek gerektiğini söylemiş ve kendisine sorulan sorulara ayetlerle cevap vermiştir. Mescid-i Nebevî’de fetva vermeye başladığında ise henüz yirmi yaşındadır.
Hadis bilmemenin dinî konularda birçok hataya yol açacağına dikkat çekmiştir. “Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı” anlamındaki hadisle ne kastedildiğini soran birine, bu hadisin baş tarafının bulunduğunu, sadece son kısmı alınarak anlaşılmasının mümkün olmadığını söylemiş ve hadisin tamamını şu manadaki ifadelerle nakletmiştir: “Birbirine söven iki adamdan biri diğerine, ‘Allah seni de yüzü senin gibi olanları da kahretsin!’ deyince Hz. Peygamber bu adamı, ‘Öyle söyleme! Allah Âdem’i onun sûretinde yarattı!’ diyerek ikaz etmiştir. İşte hadisin tamamı bundan ibarettir.” Bu açıklamasıyla Ali er-Rızâ, hadisteki zamirin Allah yerine değil, insan yerine kullanılmış olduğunu ifade etmiştir.
Ali er-Rızâ, diğer bazı açıklamalarıyla da ilk bakışta peygamberlerin ismet sıfatını zedeler gibi görünen bazı nasları yoruma tâbi tutarak bu konudaki tereddütleri gidermiş, Kur’an’ı yaratılmış (mahlûk) kabul edenleri tekfir etmiş, kader problemine de bazı hadislerin ışığı altında açıklık getirmiştir.
Kaynaklarda ahlâk ve faziletine dair verilen bilgilere göre iyi huylu, alçak gönüllü ve son derece cömert; az yiyen, az uyuyan, daha çok ilim ve ibadetle meşgul olan biri olduğu nakledilmiştir.
Babası Mûsâ el-Kâzım tarafından imam tayin edildiği hususunda Şiî kaynaklarda birçok rivayet yer alır. Bazı Şiîler, Mûsâ el-Kâzım’ın ölmediğini ileri sürerek Ali er-Rızâ’nın imâmetini kabul etmek istememişlerse de İmâmiyye’nin büyük çoğunluğu babasının 183 (799) yılında vefatından sonra onu imam olarak tanımış ve hicrî II. asırda mezhebin müceddidi kabul etmişlerdir. Şiî kaynaklar, Mûsâ el-Kâzım’ın, kendisinden sonra oğlu Ali er-Rızâ’yı imam tayin ettiğine dair çeşitli nakiller yapar. Ali er-Rızâ’nın imamlık dönemi yirmi yıl sürmüştür. Şiîler onun hakkında birçok keramet nakletmişlerdir.
Ali er-Rızâ’ya nisbet edilen eserler şunlardır: 1. Müsned. İmamın akaid, fıkıh, tefsir ve ahlâkla ilgili görüşlerini ihtiva eden eserdir. Azîzullah el-Utâridî tarafından iki cilt halinde yayımlanmıştır (Tahran 1406). 2. Sahîfetü’r-Rızâ. Ehl-i beyt’in rivayet ettiği hadislerden ibaret olan bu mecmua Leknev’de (1883) ve Lahor’da (1302) basılmıştır. 3. Fıkhü’r-Rızâ. Müellife nisbeti şüpheli olan bu eser ona ait olduğu ileri sürülen fıkhî görüşleri ihtiva etmektedir. Kitap Tahran’da yayımlanmıştır (1274). 4. Er-Risâletü’z-zehebiyye fî usûli’t-tıb. Halife Me’mûn için yazdığı tıbba dair bir eserdir. 5. Kasâid fî medhi Ehli’l-beyt. 6. İlelü’l-ahkâmi’ş-şeriyye. Muhammed b. Sinân’ın sorularına verdiği cevaplardan ibarettir. 7. El-ilel. Fazl b. Şâzân’ın rivayet ettiği bir eserdir. 8. Mahzu’l-İslâm ve şerâiu’d-dîn. Me’mûn adına yazdığı risâleleri içine almaktadır. 9. Cevâmiu’ş-şerîa. Me’mûn için yazdığı bu risâleyi İbn Şu‘be Tuhafü’l-ukūl adlı eserinde rivayet etmiştir. 10. Duâü’l-Yemânî. 11. İtmâmü’ş-şerîa. 12. Şerâiu’l-İslâm.
Ali er Rıza hazretlerinin özlü sözlerinden birkaçı:
• Cimrinin rahatlığı, kıskancın lezzeti, çabuk usananın vefası ve yalancının yiğitliği olmaz.
• Allah, boşuna cedelleşmeyi, israfı ve ağız açmayı sevmez.
• Cömert, yemeğini yesinler diye halkın yemeğini yer. Ama cimri, yemeğini yemesinler diye halkın yemeğini yemez.
• Susmak bir nevi hikmettir. Boş yere konuşmamak muhabbeti artırdığı gibi, her hayrın da rehberidir.
• İmanın dört rüknü vardır: Allah’a tevekkül etmek, Allah’ın kazasına rıza göstermek, Allah’ın emrine teslim olmak ve her şeyi Allah’a havale etmek.
• Kulların en seçkini kimlerdir? diye sorduklarında: “Kulların en iyisi, iyi iş yaptığında hoşnut olan, kötü iş yaptığında mağfiret dileyen, kendisine bir nimet verildiğinde şükreden, sıkıntıya düştüğünde sabreden ve sinirlendiğinde de affeden kimsedir.
• Herkesin dostu onun aklıdır; düşmanı ise cehaletidir.
• Günahtan tevbe eden, günah işlemeyen kimse gibidir.
• Kur’an Allah’ın kelamıdır, ondan ileriye geçmeyin ve ondan başka bir şeyde hidayeti aramayın yoksa dalalete (sapıklığa) düşersiniz.
• Öyle bir gün gelir ki afiyet (rahatlık) on cüz olur. Dokuz cüzü insanlardan uzaklaşmakla ve bir cüzü de susmakla sağlanır.
• Mü’min, kendisinde üç haslet olmadıkça mü’min olmaz: Rabbinden bir sünnet, peygamberinden bir sünnet ve imamından bir sünnet. Rabbinden olan sünnet, sırrı gizlemektir. Peygamberinden olan sünnet, halkla iyi geçinmektir. İmamından olan sünnet de sıkıntı ve zorluklarda sabırlı olmaktır.
• Büyük kardeş baba yerindedir.
• Aklın en üstün mertebesi, insanın kendi nefsini tanımasıdır.
• Dosta karşı alçak gönüllü, düşmana karşı tedbirli, halka karşı da güler yüzlü ol.
• Malın en iyisi, haysiyeti korumak için harcanandır.
• Şarap içenle oturup kalkma.
• İnsanlara muhabbet beslemek aklın yarısıdır.
• İbadet, çok namaz kılmak ve çok oruç tutmak değil; ibadet, Allah’ın işleri hakkında çok düşünmektir.
• Ailesini geçindirmek için rızık peşinde olan kimsenin mükafatı, Allah yolunda cihad eden kimsenin mükafatından daha fazladır.
• ‘‘Tevekkülün haddi nedir?’’ diye sorduklarında ‘‘Allah’tan başka hiçbir kimseden korkmamaktır.’’ diye buyurdular.
• Hırs ve hasetten kaçının, çünkü geçmiş ümmetleri bu iki sıfat helak etmiştir; cimrilikten sakının; o mü’min ve hür insanda bulunmayan bir afettir ve imana aykırıdır.
• İman, farzları yerine getirmek, haramlardan kaçınmak, kalple Allah’ı tanımak, dille ikrar etmek ve azalarla amel etmektir.
• İlim olgunluk ve derin anlayışın nişanelerindendir.
• Susmak, hikmet kapılarından bir kapıdır. Susmak (boş yere konuşmamak) muhabbet kazandırdığı gibi her hayrın da kılavuzudur.
• Biz tıpkı Resulullah (s.a.v) gibi verdiği sözü yerine getirmeyi kendisi için borç bilen bir ehlibeytiz.
• İmamet dinin yularıdır, Müslümanların düzeni, dünyanın ıslahı ve mü’minlerin izzetidir. İmamet, İslam’ın gelişen kökü, yücelen budağıdır. İmam ile namaz, zekat, oruç, hac tamamlanır. İmam ile fey’i ve sadakat çoğalır, imam ile hadlar ve hükümler uygulanır ve sınırlar korunur.
Derleyen
Ali BEKTAŞ
İstanbul, 01 Ocak 2012