Mesnevi-i Şerifte Hz. Mevlana mahşer günündeki hadiseleri anlatırken; kişi mahşer gününde yaptığı kabahatleri örtmek için dünyayı suçlar ve der ki “Beni gaflete, tuul-i emele (sonu olmayan istek ve arzulara) hep bu dünya ve içindeki güzellikler sevk etti. Gözümü boyadı, seni unutturdu. Böylece ansızın ecel, ölüm geldi.”
Dünya dile gelerek, “Ey ahmak kişi, ben sana her halimle rabbini hatırlatan nimetlerimi gösterdim. Ve sadece fani olduğumu, bendeki zevk ve neşenin daim olmadığını kürsüdeki vaiz gibi sana ibretlerle anlattım ve gösterdim. Baharda açan çiçeklerimi gösterdim, ardından kış ile gelen ölümü gösterdim.
Tekrar baharımla haşır olmayı sana avaz eyledim, gönül çekici veya şehvet uyandıran güzellerimi gördün. Fakat aynı sahnede onların sararıp solmuş bedenlerini, saçlarını, gözlerine perde inmiş elleri titrek halleri ile ihtiyarlıklarını da sana gösterdim. Kabristanın yanından geçerken, oradan çıkan ağaçlar dahi “Haberin olsun ölüm var ölüm!” diye ölülerin dışarı çıkmış elleri gibi sana gösterildi. Yani her halimle benim güzelliklerim fani, bende kalma aldanırsın, baki olanı unutma, nimetimin zevali var diyerek sana binlerce sahen ile bunu anlattım. Şimdi bana iftira etmekten vazgeç, nefsinle baş başasın.” diye karşılık verir.
İşte derviş, irfanı ile bu zilletten uzak yaşayan kişiye denir. Bu ise Allah ve resulüne ziyade muhabbetle ancak olur.
Ehli dünya dünyada
Ehli ukba ukbada
Her biri bir sevda da
Bana Allah'ım gerek
Riyaya gelince; Riya hakkında ciltlerle kitap yazılmış. Sadece Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde geçen riya şekillerinin tefsir ve izahtan toplansa geniş bir kütüphane oluşabilir. İnşallah başka bir yazıda müstakil olarak bu konuyu sizlere aktarırız, fakat burada bir nebzecik bahsedelim, avam arasında gösteriş, göz boyayıcılık olarak bilinen riya basit bir davranış bozukluğu değildir.
Riya, kişinin bütün feyzini Allah'a kulluk için lazım olan manevi diriliğini, muhabbetini bitiren, kurutarak öldüren feci bir hastalıktır. İçi başka, dışı başka şekilde yaşayarak cansız bedenleri andıran bu nevi şahıslar tedavi olunmazlarsa dünyada ve uhrada, zillet üzerine zillete (kısa ömürlü devlet ve nimet sahibi olsalar da) maruz kalırlar. Az veya çok (müstesna bazı şahıslar olsa da) herkeste mevcut illetlerdendir. İslami ahlakın terbiye sistemi olan tasavvuf, riyanın her türlü şeklini teşhis edecek hassas ölçümler geliştirmiştir. Bu terbiye ve tedavi tezgahlarına tabi olan kişiler, nefsani riya hastalığından Allah Teala'nın inayeti ile kurtulabilir.
Hemen şunu da hatırlatalım ki, geçmişte ve günümüzde tasavvufun özünü anlayamayan bazı cahiller ibadet ve taatta sözüm ona riya olmasın diye gevşeklik ve tembellik göstermişlerdir. Yaptıkları bu nevi fiilleri de melametmiş gibi kabul ederek, melamet neşesini de yaptıklarına alet etmişlerdir. Zaten Allah'ın emrettiği bir şeyi yapmak kulun boynunun borcudur. Bana riyakar derler diye mükellef olduğu şeyleri yapmamak bir nevi riyakarlık değil midir?
Pirlerden bir zat: “Yaptığı ibadeti gösteriş kaydı ile kullar beni sevsin, ne kadar iyi desin arzusu ile yapmak riyadır lakin şimdi kullar bana riyakar der gösteriş yapıyor der kaygısıyla mükellef olduğu yani Cenab-ı Hakk'ın emrettiği bir şeyi yapmamaksa şirktir, zira o kişi böyle hareket etmekle kulların rızasını Allah'ın rızasının önüne koymuş olur.” diyerek ihlas, riya, şirk çizgilerini çok güzel ifade etmiştir. Riya , Allah ve resulünü her şeyinden çok severek kazanılan ihlas nuru ile yanar yok olur.
Olmasa sende kibr ile riya
Sensin ol bey tül- Kibriya
Varlık ve varlığı terk buradaki manası ile düşünülürse Allah Teala'nın zatından gayrı var olarak vehmedilen şeyleri terk etmektir. Tasavvufi ıstılahta Allah gayri her şeye “masiva” denir. Bu mefhumla derviş kavramının tam merkezi bulunmuş olur. Sembolik olarak da bu manayı temsil eden “vav” harfi kelimenin tam ortasındadır. Bunu idrakle dünyayı, riyayı, yalanı ve şehveti terkte muvaffak olunur. Aynı zamanda varlığı terk, terk makamlarının nihayetidir. Uzun uzun bunu anlatmaya muktedir değiliz. Fakir erbabı olmadığımız gibi bu sahada söylenilmiş sözleri aktarmaya dahi ehil değiliz.
Ancak şu kadarını arzedelim ki, varlık terk edilince geriye ne kalır? Bu yokluk ve hiçlikle ele geçen veyahut varılan nedir? Belki tefekkür edilirse suallerin cevabı ruhlarımıza kalplerimize bir ip ucu verebilir.
Terk-i variyetten desen “erini, erini”
“Len terani” demez ol yar rüveyda görünür.
Yalan; her türlü yalanı terk. Yalanın tarifi hepimizce malum. Fakat yalanın şekilleri herkesçe malum değil. Küçüğü ile, büyüğü ile maalesef hayatınızı sarmış bir hastalık. Aynı riya gibi, her sahanın, her nefsin kendine özgü yalanı var. Zaten yalansız olmak tam ve kamil şekilde Hakk'ın Hak ism-i şerifine, sıfatına ve zatına mazhar edecek demektir ki ender kullara nasip olmuş büyük derecedir. Yalan ruhlar aleminde verdiği sözü tutamamaktan günlük hayatımızdaki ufak zannettiğiniz yalanlarla kendisini gösteren ahlak-ı reziledir (kölü ahlaktır).
Ele geleni yersin.
Dile geleni dersin
Böyle dervişlik dursun
Sen derviş olamazsın.
Aslıhan Ketencioğlu
İstanbul, 30.06.2016