Cenâb-ı Allah: "Ben bir gizli hazineyim, bilinmeyi murad ettim." diye buyurmuştur. Hikmet tahtında kendi nurundan Cenâb-ı Resûlullah’ı, onun nurundan da tüm kâinatı yaratmıştır. Cenâb-ı Allah, kendi nurundan halk ettiği nuru kendisine mirat (ayna) ettiğinde o nura öyle bir âşık olmuştur ki Hz. Muhammed’e habibim (sevgili) demiştir. Bu sebepledir ki Cenâb-ı Allah’ın nurunun bir ismi de Aşk’tır.
Cenâb-ı Allah, kullarını kendi hazinesine davet ederken bizlere öncelikle rehber olarak Cenâb-ı Resûlullah’a uymayı ve ona âşık olmayı tavsiye ediyor. "De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin." (Âl-i İmrân-31) Demek ki Allah’ı sevmenin birinci şartı; önce onun habibini sevmektir. Cenâb-ı Resûlullah’a âşık olmadan Allah’a âşık olmak imkânsızdır.
Değerli dostlar, aşk bizim asliyetimizdir. Allah bizleri sevdi ve yarattı. Dolayısıyla bizim onu sevmemiz, onu çokça zikretmemiz ve hatta ona şükür ve kulluk etmemiz hep bundandır.
Bu sevginin ve araştırmanın adını henüz koyamasak da işin özü; ‘hubbul vatan hubbul iman’ yani ‘vatan sevgisi imandandır’ hadis-i şerifinde gizlidir. İnsan, Cenâb-ı Allah’ta nur iken onun asıl vatanı Allah’tır. Hikmet tahtında ete, kemiğe bürünüp bu âleme geldiğimizde de vatanımızdan ayrı kalmanın üzüntüsü ve asıl vatanımıza seyahat etmenin gayreti içerisinde yolculuğa başlarız.
Bu yolculuk esnasında âşık, kendisine bir rehber yani mürşit bulursa o, en kısa yoldan Cenâb-ı Resûlullah’a gider. Ve düğüm onda çözülür. Bu noktada kelimeyi şahadet işin hem sırrı hem de anahtarıdır.
Bizler önce kendimizin olduğunu zannettiğimiz bütün egolarımızdan ve varlıklarımızdan kurtulmanın talimini yaparız. Zira kendimize bend ettiğimiz bütün mâsivâlar bizi ilâhlaştırır ve şirki hafîye taşır.
Mürşid, bize ilm-i ledünî talim ettirir. Çünkü tasavvuf, kal yani söz ilmi değil hal ilmidir. Bu ilim ise satırdan değil, ancak sadrdan yani gönülden öğrenilir. Bununda en güzel talimi muhabbet ile olur. Bu muhabbetler neticesinde kişi ilâhlıktan ilâhîliğe, katılıktan mülayimliğe ve kulluğa yol alır.
Bu yolculukta insanın yücelmesi; muhabbetlerin feyiz ve bereketi ile Allah’ın boyasıyla boyanmakla olur. Bunu da ancak Allah’ın esmalarını zikretmekle yapabiliriz.
Cenâb-ı Allah: "Siz zikri ehlinden talim ediniz." diye buyurmaktadır. (Bkz. Enbiya,7) Yani aşkı, aşktan talim edelim ki bu aşk bizi menzile taşısın.
Muhabbet, öyle bir şeydir ki bunun gıdası ancak zikir ile mümkündür. (Bkz. Rad 28) İnsan, en çok kimi severse onu zikreder ve bu zikir de onu aşka taşır. Aşk, tıpkı "Burak" gibidir ki o da âşığı miraçtaki gibi Allah’a taşır.
‘Ben âşığım’ diyen kişi, büyük bir iddia sahibidir ve bu iddiasını ispat etmek mecburiyetindedir. Aşk, birdir fakat sevgileri ve tecellileri farklıdır. "O her an başka bir şandadır" (Bkz. Rahman,29) Onun içindir ki Ehlullah bizlere yaratılanı yaratandan ötürü sevmemiz, bu sevgiden karşılık beklememiz ve sevginin yalnız Allah için olması gerektiğini tavsiye ediyor.
"Sizler en çok sevdiklerinizden Allah için infak etmedikçe mü’min olamazsınız." Âşıklar, Allah’ı ancak Allah’ın kullarında sevebilir. Onlar, Allah’ı o kadar çok severler ki bizim musibet diye gördüklerimiz onların başına geldiğinde bundan şikâyetçi olmazlar ve hatta büyük bir zevk alırlar. Çünkü aşk onlar için "rağmen”dir.
Kulun Allah karşısındaki durumu da tam bu beyitte ki sevgili ve âşık gibi düşünülebilir. Sevgili kulunu denemek, sabrını ölçmek, samimiyetini görmek, derecesini yükseltmek, aşkını kuvvetlendirmek ve imanını pekiştirmek için nimetleriyle denediği gibi ona cefa da gönderebilir. Ayette bu konuyla ilgili şöyle buyrulur: "Bu Rabbimin fazlındandır; ta ki beni deniyor, şükür mü edeceğim, yoksa nimetini inkâr mı?" (Bkz. Neml-40)
Değerli dostlar, Kur’an-ı Kerim’de aşk sözcüğü geçmemesine rağmen "vellezine amenu eşeddü hubben lillah" yani "Mü’minler Allah’ı şiddetle severler” ayetindeki şiddetli sevmenin adıdır aşk. (Bkz. Bakara-165) Bu şiddetli sevgide ayrılık vardır, hasret vardır, gurbet vardır, özlem vardır, kavuşma ümidi vardır. Demek ki Allah’ı şiddetle sevmedikçe kişi, Hakk’a âşık olamazmış.
Kulun bu talim edeceği en güzel yer ise mürşididir. Mürid demek, kendine ait iradesi olmayan demektir. O, her ne yaparsa Hakk için, Hakk adına yapar. Cenâb-ı Hakk’ın ve Cenâb-ı Resûlullah’ın sevgisini mürşidinde talim eder. Ona her ne söz verirse versin, aslında Allah’a söz verdiğinin bilincinde olur. Mürid, mürşidine öyle bir teslim olmalıdır ki ondan gelene ne yandım ne de dondum demelidir. Böyle olunca mürid kendi fazlalıklarından ve gayrilerinden kurtulur.
Âşık için Allah’a giden yollar, mahlûkatın nefesi kadar çoktur. Bunların farziyet boyutunda âbidlik yönü olan oruç, namaz, hac vs. vardır. Fakat en etkili yol ise Aşk’tır. Çünkü aşk, biraz da delilik demektir. Zira Allah’ın delisi olmak, Allah’ı delicesine arzulayıp delicesine sevmek gerekir. Aşk, âşık için Allah’ın gönül evidir. Nasıl ki Beytullah’a gayri müslimler giremezse, âşığın gönlüne de Allah’tan başka hiç kimse giremez. Çünkü gönlü, onun Harem-i Şerifidir.
İşte bu halde, bu zevkte olan bir aşığın imanı, iman-ı kâmil mertebesine ulaşmıştır. Bu iman, Hakk’ın nurudur ve bu nur da onu küfür ve şirk karanlığından iman aydınlığına taşır. Bu yolda dervişe lazım olan ancak iman ve teslimiyettir. Değerli dostlar; aşk, Hindistan’da yetişen aşaka adlı bir sarmaşık cinsidir. Aslı ışk olsa da Türkçe’ye aşk olarak geçmiştir. Her sarmaşık aslında sarıldığı ağaç ile ayakta durur. Tıpkı "aşk”ın âşığı sarıp yok ettiği gibi bu sarmaşık da sarıldığı ağacı birkaç yıl içinde yok eder ve onun yerine hâkim olur. Geride ise yalnız aşk bâki kalır.
Aşkta vuslat ettiğini iddia eden kişi, hâlâ ‘ben aşığım’ derse bu büyük bir saygısızlık olur. Çünkü aşkta yalnız "aşk" bâkidir. Burada bene yer yoktur.
Değerli dostlar, derdimiz aşk olsun. Derdi aşk olanın hâli aşk olur, hâli aşk olanın ahvali aşk olur, ahvali aşk olanın yolu aşk olur, yolu aşk olanın menzili aşk olur. Aşkta menzile ulaşanın kendisi de aşk olur. Mevlâ’m cümlemizi derdi aşk olanlardan eylesin.
Hu...
Enver EFE
İstanbul, 2013