Toplum halinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünce ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen, aynı zamanda huy ve ahlak yönünden üstün niteliklere sahip olan kimselere insan diyoruz.
En güzel biçimde yaratılan, Rahman ve Rahim esmasının hamili ve Cenab-ı Resulullah Efendimizin varis-i nebisi olan insandan, Allah'ın bir beklentisi olsa gerek. Çünkü Allah, Tin Suresi 4. ayette “Biz insanı en güzel biçimde yarattık” diye buyurmaktadır.
Cenab-ı Allah’ın hüviyet ve eniyetini kendisinde cem eden ve Cenab-ı Hakk’a muhatap olan insanın bu aleme zuhur edilişindeki asli sebep; Hakk’ı hakkıyle bilmek ve Hakk’a hakiki manada kul olmaktır. Allah, Zariyat Suresi 56.ayette “Ben cin ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye halk ettim” diye buyurmaktadır. Öyleyse, bu manada insanın, var oluşunun sebebini kavramak, farziyetini yaşamak ve gereğini tatbik etmek mükellefiyetinin bilincinde olması da gerekmektedir.
İnsan denildiği zaman akla sadece bedensel bir varlık gelmemelidir. Bizler kendimizi her zaman bireysel, müstakil, münferit varlık zannediyor olsak ve dolayısiyle herkesi, farklı farklı zannederken Rabbimizi de hep ulaşılmaz, bilinmez bir varlık olarak tasavvur etsek de aslında Hakk’a muhatap olanın da, dost olanın da, Hakk’ı temsil edenin de, Hakk adına iş görenin de bizatihi insanın kendisi olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda başlangıçtan sonsuza kadar eksiksiz biçimde Hakk’ı idrak edebilmesi, Hakk’a yakin olabilmesi ve Hak’ta ebed olabilmesi için insanın mutlaka Hakk’ı “gören” ve “bilen” olması gereklidir.
İnsanın, içinde bulunduğu eşşiz ve muazzam düzeni yorumladığında “Benim bu alemdeki asli rolüm nedir?” diye merak etmesi ve bununla beraber cevabını da doğru belirlemesi kaçınılmaz bir sebep-sonuç ilişkisidir. Belirlenen cevap, “Yeryüzünde Hakk’ı temsil için halk edildiniz” ayetine uygun olmalıdır. (Fatır, 39)
İnsan, ne çok ibadetle miraç edebilir ne de çok bilgiyle vuslat erebilir. Aşk-ı Süphan ve Aşk-ı Resulullah olmadan hiçbir varlığın Rabbine ünsiyeti yoktur. Zira eşref-i mahluk olan, yaratılmışların en seçkini ve en şereflisi olan insanın “en değerli” olmasındaki asli sır; insanın gerçeğinde Hakk’ın sırrının mevcut olmasıdır. Cenab-ı Hakk’ın zuhur mekanı olan insanın sırrının çözülmediği yerde ne tehvid ne de ledün sırrının ayan olmayacağı çok iyi bilinmelidir.
Tenzihin, teşbihin ve tesbitin talim edildiği yer olan insan, aynı zamanda Hakk’a dost olmanın, Hakk’a kul olmanın ve Hakk’ta ebed olmanın talim edildiği yerdir de. İnsanın, kendisini okuyabilmesi ve kendi gerçeğini tesbit edebilmesi için öncelikle “İkra/Oku” emrini ehlinden talim ederek başlaması gerekir. İnsanı asliyesine kavuşmuş bir kul, Hakk’ın mazhariyeti olduğunu bilmelidir. Nasıl ki musluk su değilse, beşer olan kulda Hak değildir. İnsanın et bedeni Hak değildir. Fakat, mutlak varlığın ef’aliyeti, mevsufiyeti ve mevcudiyeti insandan açığa çıkar. Musluk suyun göründüğü yer ise, insanda Hakk’ın aynasıdır.1 Çünkü; Allah, vechini dost yüzünden izhar etmektedir.
İnsan, ben dediğinden arınmadıkça, varlığının Hakk’tan gayri bir varlık olmadığının şuhuduna ve şahitliğine ulaşmadıkça varlığını Hakk’ta tevhid etmiş olamaz.
Unutulmamalıdır ki insan Rahman'ın muradıdır. Rahman ve Rahim'in halifesi olan insan, sır şehridir. Dinin bütün hükümleri, insanı hem dünyada hem de ahirette saadetli kılmak içindir. İnsanın dünyada ve ahirette saadete ulaşmış olması, o insanın bütün zorluklardan ve zilletlerden uzaklaşmış olması anlamındadır. “Selamete ulaşan ve Hakk’a veli olanlar için korku yoktur, onlar mahzunda olmayacaklardır” hitabı kendisini Hakk’ta ebed edenleredir.
İnsan, zahiren ten bedeni sınırlı varlıktır. Fakat manası itibariyle nice alemlere sığmayan bir varlıktır. İnsan mana-i ekberdir, alem-i ekberdir ve insan misilsiz bir varlıktır. Bu manada Hak Taala Hazretleri bir hadis-i kutsilerinde: “Arz’a ve Semaya sığmadım, ancak mümin kulumun gönlüne sığdım.” diye buyurmaktadır. Cenab-ı Allah'ın, bu uyarısıyla insandaki kendi ekberiyetini beyan etmektedir. Diğer bir hadis-i kutsilerinde ise: “İnsan benim sırrım, ben insanın sırrıyım” diye buyurmaktadır. “Allah arzı yarattı, arşa istiva etti” yani insanı yarattı ve insandaki aliyete, gönül yüceliğine istiva etti.( A’raf-54)
Şu hususu çok iyi bilmekte fayda vardır. Hakk’tan ayrı olan ne bir mekan ne bir varlık ne de bir zerre vardır. Allah, zanlardan dahi müstağni değilken nasıl olur da varlıkların en şereflisi kıldığı insandan münezzeh olabilir. İnsan, Allah’ın zuhur mekanı olduğuna göre, Allah insandan münezzeh olamaz.
Sonuç olarak; insanın hakikati idrak edebilmesi ve yaşayabilmesi için tevhidi talim ile kısa yoldan kendi gerçeğine ulaşması ve kendisini bilmesi gerekmektedir. Bunun idraki için sadece bilmek ve ezberlemek yeterli değildir. Tehvidi yaşamadıktan sonra bilmiş olmanın bize hiçbir getirisi yoktur. Tehvidin bize bir getirisi olabilmesi için, talep eden olmamız gerekmektedir. Ürpermeyecek kadar katılaşan kalpten, Hakk’ı göremeyecek kadar körelen gözden, Hakk’ı duymayacak kadar sağır kulaktan Rabbim cümlemizi muhafaza buyursun.
Mevlam, cümlemizi maksadına ulaşanlardan, davasında kararlı olanlardan eylesin.
Mevlam, bizleri bu aleme ne için geldiğini bilenlerden, bu alemde yaşamamız gerekenleri tesbit edip, yaşayanlardan ve neticesi Hakk’ta ebet olanlardan eylesin.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Rabbim cümlemizin yar ve ayanı olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 15.12.2014